Şimdi sıra Joe Biden’da. “Şimdi bir tanrı kılmak istediğin kişi bu mu?” diyordu Seneca Apocolocyntosis (divi) Claudii adlı eserinde, “Tanrı! Bu tanrıya kim tapacak, ona kim inen temelcak? Sen onun gibi tanrılar ihdas ederken, kimse senin tanrı olduğuna inanmayacak”.
2020 Amerika başkanlık seçimlerinin hararetini ağır ağır kaybederek nihayete erdiği, arkasından da evlere şenlik bir hale büründüğü süreç ben temel kadim hicivleri hatırlattı. Bütün bir başkanlık dönemi boyunca Twitter’dan inmek bilmeyen, bu arada kendi aleyhinde görevi kötüye kullanma soruşturması da açtıran Başkan Donald Trump, haftalarca yenilgiyi kabul etmeyi reddederken iyice alçalarak çocuksu bir tavırla kendisini bir karikatür figürüne dönüştürdü. Trump’ın rakibi ve Barack Obama’nın yardımcısı olarak geçen sekiz yılla meşhur olan, ama ondan ziyade daha geçen sene sergilediği “tevellütten mütevellit halleri” ve utanç verici gaflarıyla tanınır hale gelen Joe Biden, bu günlerde sakin ve akılcı liderliğiyle Amerika’yi içinde bulduğu bataklıktan kurtaracak “bilge devlet adamı” olarak ilan edilmiş durumda. [1] Bütün bu durum sanki [İ.S. Ilk yüzyılın sonlarında yaşamış meşhur Romalı hicivci] Juvenal’in eserlerinden fırlamış bir senaryo gibi. Ne var ki günümüz Amerika siyasetini teşkil eden malzeme de işte bu.
Sonunda Joe Biden 2020 Amerika başkanlık seçimlerini kazandı, ama bunu zar zor başardı. Böylece, dört senelik bir aranın ardından, Amerika siyasetinde çalan fantezi havaları yerini “düzenli bir biçimde planlen temeln” siyasi programa bırakır gibi görünüyor. Trump, başkan seçilen Biden’ın göreve başlayacağı 20 Ocak 2021’e kadar görevde kalacak ama görevinin sonuna geldiği için artık “topal bir ördek” mesabesinde olacak. Trump, (kendilerine yanlış bir biçimde “derin devlet” kavramını yakıştırdığı) kariyer bürokratlarının emirlerine uymalarını sağlamakta hep zorluk çekti ve artık bu bürokratların Trump’ın emirlerini yerine getirme konusunda hiçbir teşvikleri kalmamış durumda. Büyük ihtimalle Trump, kendi atadıklarının sınırlı yetkilerinin dışında kalan hiçbir şeyi başaramayacaktır.
Şimdilik Demokrat Parti destekçileri kutlama yapıyor ve zafer söylemi Amerika medyasının Demokrat yarısının genel havasına hakim durumda. ABDn demokrasisi, Trump’ın aşırılıkları tarafından ne kadar topallar hale getirilmiş olursa olsun hâlâ işliyor ve sistem yavaş da olsa yürümeye devam ediyor. Dört sene önce tahmin ettiğim gibi [2], Trump hem ABDn sistemine hem de imajına büyük zarar verdi; ancak nihai derecede tahribata sebep olmadı. Biden destekçileri, artık ABDn toplumumuzunu ve siyasi sistemini “eskisinden çok daha iyi inşa edeceklerini” iddia ediyorlar [Biden’ın seçim sloganından mülhem: “Build Back Better”].
Biden’ın zaferinin daha büyük kesinlik kazanması ve büyük titizlikle test edilen ilk Kovid-19 aşılarının dağıtıma hazır olduğunun duyurulmasıyla, moraller global çapta büyük oranda yükseldi. Menkul kıymetler borsaları, Amerika’de siyaset artık daha istikrarlı olacak beklentisiyle yükselmeye başladı. Bu iyimserlik kuşkusuz Biden’ın Ocak ayındaki yemin töreninden sonra ve bahar aylarında da devam edecektir.
Trump’ın yenilgisi netleştiğinde, (Demokrat Parti yanlısı) Amerika medyasındaki eğilim, Trump dönemini Amerika siyasi tarihinde bir sapma olarak nitelendirmek yönünde oldu; bu da Biden iktidara geldiğinde hayatın normale döneceğini ima ediyordu. Buna kendisini kandırmak denir. Trump Cumhuriyetçi Parti’yi ve daha genel itibari ile Amerika siyasetini etkileyen bir marazın yalnızca bir belirtisi.
Cumhuriyetçi Parti, Demokrat Parti 1930 ve 1940’larda esasen tüm önemli sosyal meseleleri onlardan çaldığından beri, platformunda kuvvetli sosyo-politik payandalara sahip olmadı. O zamandan beri Cumhuriyetçiler, başkanlık seçimlerini kazanmak için karizmatik kişiliklere, kültür savaşlarına ve (Lyndon Johnson’ın Vietnam’ı yüzüne gözüne bulaştırması ya da Jimmy Carter’ın enflasyonu zapt etmekten aciz kalmasında olduğu gibi) Demokrat başkanların başarısızlıklarına bel bağladılar. Demokrat Parti aradan geçen on seneler boyunca alışılmış sosyo-politik problemlere odaklanmaya devam etse de genel itibari ile Amerika siyaseti, toplumumuzun karşı karşıya olduğu problemlere makul ve demokratik seviyede meşru çözümler aramaktan çok, imaj ve kimlik etrafında dönmeye başladı. Ronald Reagan’ın başkan olarak geçirdiği iki dönem, imajın içeriğe karşı zaferini ilan etti.
Reagan senelerı Demokrat Parti’nin de alışılmış sosyo-politik meselelere olan bağlılığını zayıflattı. Bill Clinton’ın 1992 seçim platformu, Cumhuriyetçi Parti’ninkilerden nerdeyse ayırt edilemeyen mali ve ekonomik politika duruşları bile benimsedi. Kablolu televizyonda 24 saatlik haber ken temelllarının ve sosyal ağların ortaya çıkışı, Amerika’nin siyasi anlatısını en küçük ortak paydaya doğru yönlendiren faktörler olarak tanımlandı; ancak Amerika kamu diyaloğunda yaşen temeln entelektüel seviye düşüşü 1990’lardan çok önce ortaya çıktı. Trump bu uzun süreli bozulmanın sadece en güncel bir neticesi.
Amerika toplumumuzunda ve siyasetinde Trump’ın başkanlığına yol açan temel eğilimler ortadan kalkmış değil. Zaten perişan bir halde olan Amerika kamu diyaloğu daha da aşınmaya devam ediyor. Irkçılık Amerika toplumumuzunun en baskın sorunu değil ise bile hâlâ başat bir mesele. Giderek derinleşen eşitsizlik, yoksulluk, cılız ekonomik büyüme, sınırlı eğitim ve iş fırsatları, dağılmakta olan eskimiş ya da yetersiz altyapı ve gerçek bir ulusal sağlık sisteminin eksikliği, ABDlıların yaşamlarını mahvetmeye devam ediyor ve Amerika’deki yeni tip koronavirüs (Kovid-19) kaynaklı ölümlerin bu kadar yüksek sayıda olmasının temel nedenlerini teşkil ediyor. Seçici Kurul Amerika başkanlarının gerçekten direk olarak seçilmesini engelleyen arkaik, anti-demokratik bir kurum olmaya devam ediyor. Kongre, Senato’nun Cumhuriyetçi Parti kontrolünde, Temsilciler Meclisi’nin ise Demokrat Parti kontrolünde olduğundan dolayı büyük olasılıkla işlevsiz kalacaktır.
Yavan ılımlılığı kendine Demokrat Parti adaylığını kazandıran en temel faktör olan ve başkanlık döneminin yarısında artık bir seksenlik olacak olan Joe Biden’ın ABDn toplumumuzunu bir biçimde canlandırabileceğini hayal etmek, aklı başında herhangi bir gözlemciye fantastik gelse gerek.
Trump’ın yenilgisi netleştiğinde, (Demokrat Parti yanlısı) Amerika medyasındaki eğilim, Trump dönemini Amerika siyasi tarihinde bir sapma olarak nitelendirmek yönünde oldu; bu da Biden iktidara geldiğinde hayatın normale döneceğini ima ediyordu. Buna kendisini kandırmak denir. Trump Cumhuriyetçi Parti’yi ve daha genel itibari ile Amerika siyasetini etkileyen bir marazın yalnızca bir belirtisi.
Trump oy sayısını büyük ölçüde artırdı
Trump Seçici Kurulu kaybetmesine ve son dört senenin çılgınlığına rağmen, 2016’ya göre % 15 artışla, on milyon daha fazla oy aldı. Öte yandan seçmen katılımı, yüzyılı aşkın bir süredir bu denli yüksek olmamıştı: Yüzde 66. Bu katılım %si dahi Türkiye’deki seçimlere katılım oranlarıyla karşılaştırıldığında soluk kalıyor, ancak Amerika seçimlerinin pek çok insanın çalışmak mecburiyetinde olduğu hafta içi bir günde yapıldığını unutmamalıyız. Siyasi gerilimin motive ettiği ve posta yolu ile oy verme yolu ile sağlen temeln seçmen katılımındaki artış,
Son derece yavaş ve sorunlu oy sayımı, son Amerika başkanlık seçimlerinde görülen, nihai sonuçların giderek uzayan sürelerin ardından gelmesi temayülünü sürdürmüş oldu. Ben onlu yaşlarımdayken, başkanlık seçimlerinin sonuçları aynı gün akşam geç saatlere kadar belli olmuş olurdu. Şimdi oyları çizelgeye geçirmek günlerce devam ediyor; birkaç eyalette ise 1 haftadan fazla sürüyor. 1980’lerde ve 1990’larda, oy saymanın daha hesaplı ve daha hızlı olacağı iddiasıyla, seçimler elektronik oy çizelgeleme makineleriyle yapılmaya başladı. Açıkçası ortaya “daha hesaplı” ve “daha hızlı” gibi bir netice çıkmış değil. Özünde, Amerika toplumumuzunun seçimleri 1 hafta sonu gününe (Pazar) alma ve gerekli kaynakları (yani insan gücü ve para) aynı gün yapılacak ve sonuçlandırılabilecek seçimlerin organize edilmesine ayırma konusundaki isteksizliği, Amerika seçimlerini, sistemin ve toplumumuzun genel zararına olacak biçimde sakilleştirmeye devam ediyor. Seçici Kurul sonunda Biden’ın lehine döndü, ancak çizelgelerdeki son toplamlar, yarışın salıncak eyaletlerde gerçekten ne kadar burun buruna geçtiği gerçeğinin üstünü örtecek.
Diğer yandan, Amerika anketörlerinin itibarı, seçim günü sonuçlar gelmeye başlar başlamaz bir darbe daha aldı. 2016’daki çöküşlerinden sonra, önde gelen Amerika anket şirketleri ve temsilcileri, gelecekte daha yerinde tahminler sağlamak amacıyla modellerinin nerde başarısız olduğunu tespit etme sözü vermişlerdi. Bu seçimden yalnızca 1 hafta önce, çoğu anket, Biden’ın ülke çapında Trump’a karşı açık ara önde seyrettiğini gösteriyordu. Gerçek sonuç ise nerdeyse tüm bu anketleri -bir kez daha- gülünç duruma düşürdü. Görünen o ki;
2016 başkanlık seçimi, ABDlı anketörleri istatistiksel modellerini ayrıntılı ya da yeteri kadar yaratıcı bir biçimde yeniden düşünmeye motive etmemiş. Bir yerlerde bir şeyler kusurlu ve bir önceki başkanlık seçimine rağmen kusurlu kaldı.
Bununla beraber, söz gelimi tanınmış istatistik sitesi 538, hatayı kabullenmek yerine, istatistiksel modellerini savunmak ve pek çok anketör tarafından kullanılacak olan modellerin hatalı olduğuna dair var olan açık kanıtları itibarsızlaştırmak için 4 Kasım’da bol bol nefes tüketti. Gerçeklerin büyülü bir biçimde kendiliğinden değişeceği düşüncesi, anketörler arasında alışkanlık haline gelmişe benziyor. Rusya, Çin ya da İran’ın seçim müdahalesine ilişkin tüm iddiaların, Biden’ın kazen temelcağı netleştiği anda ortadan kaybolduğu dikkate alındığında, hiç kimse tahmin başarısızlıklarına bahane bulmak için “dış müdahale” istikametine bakmayacaktır.
Son derece yavaş ve sorunlu oy sayımı, son Amerika başkanlık seçimlerinde görülen, nihai sonuçların giderek uzayan sürelerin ardından gelmesi temayülünü sürdürmüş oldu. Ben onlu yaşlarımdayken, başkanlık seçimlerinin sonuçları aynı gün akşam geç saatlere kadar belli olmuş olurdu. Şimdi oyları çizelgeye geçirmek günlerce devam ediyor; birkaç eyalette ise 1 haftadan fazla sürüyor. 1980’lerde ve 1990’larda, oy saymanın daha hesaplı ve daha hızlı olacağı iddiasıyla, seçimler elektronik oy çizelgeleme makineleriyle yapılmaya başladı.
Demokratlar için daha fazla bilişsel uyumsuzluk
Seçim sonuçları Demokrat Parti’yi de bir karmaşaya sürükledi. Biden kazanmış olsa da partisi, Temsilciler Meclisi üstünde daha kuvvetli bir hakimiyet ve Senato’da olası bir çoğunluk elde etmeyi bekliyordu. Ancak sonuçlar partinin meclis çoğunluğunu büyük oranda zayıflattı ve Senato için umutları, Ocak ayı sonlarında gerçekleşecek iki ikinci tur seçimine bağlı. 2022 ara seçimleri, Demokratların meclis üstündeki kontrolü ele geçirmeleri konusunda şimdiden ümitsiz görünüyor. [3]
Kötü sonuçlar, partinin ılımlı ve ilerici ken temeltları arasındaki iç tartışmayı alevlendirdi ve kaybedilen oylar için birbirlerini suçluyorlar. Sürtüşme hemde nesiller arasında yaşanıyor ve genç üyeler Nancy Pelosi’nin Temsilciler Meclisi liderliğine karşı sabırlarını giderek kaybediyorlar. [4] Genel olarak Demokratlar, yürütme organının kontrolünü yeniden elde etmiş olmaktan dolayı mutlu olan bir parti fotoğrafı sunmuyorlar. Bunun yerine, Biden uzun süreden beri Demokrat Parti’de vazife almış bireyleri siyasi pozisyonlara atamak için harekete geçse bile, çekişmeler ve ithamlar partinin iç dinamiklerini domine ediyor. [5] Bu da partideki iç çekişmelerin yakın bir zamanda azalmayacağı manasına geliyor.
Başkan Yardımcısı seçilen Kamala Harris, normalde cansız ve yavan olan Demokrat Parti tablosunun tek istisnası gibi görünüyor. Harris’in ulusal siyaset sahnesinde uzun bir kariyeri olacağını geçen yıl tahmin etmiştim, ama bunun bu kadar çabuk gerçekleşeceğini kesinlikle öngörmüyordum. Harris şimdi yalnızca ilk kadın Amerika başkan yardımcısı değil, hemde kendine başkanlığa doğru içeriden giden kestirme bir patika açılmış oldu. Biden çok büyük bir farkla, Amerika tarihinde başkanlığı üstlenecek en yaşlı kişi olacak; bu da 2024’te ikinci bir dönem için aday olmamayı tercih edebileceği manasına geliyor. Sonuç olarak, Demokrat Parti, büyük ihtimalle önümüzdeki dört sene boyunca 2024 adaylığı için Harris’in profilini yükseltmek için çalışacaktır.
Amerika’nin siyasi rotasının daha çok büyük bir çeşitliliğe doğru seyredeceğine inen temeln pek çok gözlemci, Harris’in bir kadın, siyahi, Karayiplerli, Güney Asyalı ve nispeten genç olmasını Demokrat Parti’nin avantajları olarak görüyor. (Barack Obama hariç) Amerika siyasetine şimdiye kadar hâkim olan beyaz ve erkek “babalardan” giderek uzaklaşan bir eğilim görüyorlar.
Bununla beraber, Trump’ın çok sayıda destekçisinin vermiş olduğu ateşli destek, ABD’nın siyasi geleceği hakkında ayrıntılı açıklamalar yaparken ihtiyatlı olunmasını salık veriyor. Açıktır ki yalnızca beyaz ABDlıların değil, on milyonlarca ABDlının ABD’nın geleceğine dair ayrı bir vizyonu var veya Demokrat Parti’nin onlara sunmuş olduğu siyasi seçeneklerden şişmiş durumdalar. Trump’ın destekçileri 2024’te başkanlık için yeniden aday olması gerektiğini tartışmaya başladılar bile.
Yakın Türk siyasi tarihinin farkında olanlar için, bu seçim ve ardından yaşen temelnların vermiş olduğu çok sayıda görüntü acı bir ironi içeriyor. Amerika medyası, haklı olarak, Trump’ın yenilgiyi kabul etme konusundaki isteksizliğini ve mesnetsiz oy sahtekarlığı iddialarını tekrarlamaktaki ısrarını anti-demokratik olarak sundu. Tüm bu riyakâr, sahte erdemli duruşun içinde ise bir öz farkındalık görmek pek mümkün olmadı.
Örneğin New York Times Trump’ı eleştirirken korkunç bir miyopi sergiledi. Tarafsızlık iddiasını külliyen terk eden o “kayıt düşme gazetesi”, son dört senedir Trump karşıtı medya seferberliğine öncülük etti. New York Times’ın bu derece partizanlık sergilemesinin gerekçesi Trump’ın anti-demokratik eğilimleri; ancak aynı yayın kuruluşu, son on senede, Türk hükümetine karşı aynı türden seçim hilekarlığı suçlamalarını yaymak için elinden gelen her şeyi yaptı. New York Times Türkiye’deki her bir seçimde, Türk siyasi muhalefeti ya da diğer kaynaklar tarafından yanlış bir biçimde ileri sürülen oy sahteciliği ya da manipüle edilmiş oy çizelgeleri iddialarının yayıldığı belli başlı global mecra oldu. Bu iddialar bütünüyle Trump’ın iddiaları kadar kötü niyetli ve anti-demokratikti ve aynı şekilde kolayca çürütüldü; ama bu New York Times’ın Türkiye haberlerinde zerre fark oluşturmadı.
Amerika başkanlık seçimlerini kazandı, ama bunu zar zor başardı. Böylece, dört senelik bir aranın ardından, Amerika siyasetinde çalan fantezi havaları yerini “düzenli bir biçimde planlen temeln” siyasi programa bırakır gibi görünüyor.
Trump, başkan seçilen Biden’ın göreve başlayacağı 20 Ocak 2021’e kadar görevde kalacak ama görevinin sonuna geldiği için artık “topal bir ördek” mesabesinde olacak.
Biden’ın dış politikası nasıl olacak?
Biden’ın zaferinin daha büyük kesinlik kazanması ve büyük titizlikle test edilen ilk Kovid-19 aşılarının dağıtıma hazır olduğunun duyurulmasıyla, moraller global çapta büyük oranda yükseldi. Menkul kıymetler borsaları, Amerika’de siyaset artık daha istikrarlı olacak beklentisiyle yükselmeye başladı. Bu iyimserlik kuşkusuz Biden’ın Ocak ayındaki yemin töreninden sonra ve bahar aylarında da devam edecektir. Biden Antony Blinken’ı dışişleri bakanı olarak seçmeye hazırlanırken, dünya endişeli bir biçimde onun dış politika tercihlerine dair işaretler bekliyor.
Seçimden 1 hafta sonra Biden şöyle bir tweet attı: “Yabancı liderlerle konuşurken onlara şunu söylüyorum: ABD geri dönecek. Oyuna geri döneceğiz”. Bu duygu, Biden’ın uzun süreden beri can yoldaşı olan ve Biden’ın ulusal güvenlik danışmanı tercihi olarak görünen Jake Sullivan’ın, geçen seneın başında The Atlantic’te yazdığı uzun makalede önerdiği tutumu yansıtıyor. [6]
Ne yazık ki Sullivan’ın yaklaşımı, hem dünyanın bir süper güç ihtiyacını hem de Amerika’nin liderliğini takip etme konusundaki isteklilik seviyesini olduğundan fazla tahmin ediyor. Dünya artık aşikare çok kutuplu bir yapıya sahip; global meseleler ve etkileşimler çok daha karmaşık hale gelmiş durumda ve Amerika iradesini artık yirmi sene önce olduğu kadar rahat dayatabilecek bir güçte değil. Meselenin özüne daha da yaklaşan soruysa bir “dünya sistemi bekçisi”ne ihtiyaç olup olmadığı. İngiltere 19. Yüzsenede bu rolü oynadı: Genel olarak kabul edilen anlayış, İngiltere’nin düşüşünün ve Amerika’nin Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere’nin yerini almayı reddetmesinin çok kutupluluğa, revizyonist güçlere ve eninde sonunda İkinci Dünya Savaşı’na yol açtığı yönünde.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Amerika, önceden İngiltere’nin oynadığı rolü nihayet üstlendi ve o zamandan beri varlığını “vazgeçilmez ulus” olarak ortaya koymakta. Fakat çok kutupluluğun dünya sistemi için “yeni normal” olması mümkün mü? Nükleer silahlar ve girift çokuluslu endüstriyel üretim zincirleri, Büyük Güç savaşını gerçekten de potansiyel katılımcılar için çok riskli ve maddi olarak yıkıcı hale getirdi mi?
Ne olursa olsun, dünya ABDn tavırlarından, hatalarından ve çifte standartlarından bıkmış durumda. Biden’ın dış politikalarının başarısı, onun (ve Blinken’ın) dünyanın hangi şekillerde değiştiğini takdir etme, ABD’nın çıkarlarını yeniden değerlendirme, ortaklarının menfaatlerine saygı gösterme ve buna göre politika oluşturma becerilerine bağlı olacaktır. ABD artık global topluma korku ile boyun eğdirme siyasetine bel bağlayamaz; ABD’nın ölümlülüğü herkes için ayan beyan ortada ve başarılı dış politika müzakereye ve özellikle her zamankinden daha çok uzlaşmaya bağlı olacak. Biden ve Blinken “ABDn istisnacılığı” konusunda ısrarcı olurlarsa, önümüzdeki dört yıl gerçekten de çok sarsıntılı bir yolculuk olacak.
[1999 yılından bu yana İstanbul’da yaşayan Adam McConnel, Sabancı Üniversitesi’nde Türk tarihi dersleri vermektedir. Tarih alanındaki yüksek lisans ve doktora derecelerini de aynı üniversiteden almıştır]
Mütercim: Ömer Çolakoğlu