Esas olarak katılımcıların düşüncelerini rahat bir şekilde söyleyebilmesine imkan sağlamak için basına kapalı olarak gerçekleştirilen bu toplantılar, yüksek profildeki katılımcıların bir araya gelmesi sebebi ile değişik komplo teorilerini de beraberinde getiriyor.
Bu seneki toplantıya katılmış olmanın rahatlığı ile çok net söyleyebilirim ki bu toplantılar “gizli sırların ve planların paylaşıldığı” bir platform değil. Zaten öyle olsa katılımcıların “Chatham House” kuralı dahilinde toplantı içeriği hakkında bilgi vermelerine imkan tanınmazdı. Ben de bu yazıyı kaleme alamazdım.
Yine de bu toplantıyı kanımca benzersiz yapan ve “gizem katan” unsur, kapalı kapılar ardında bu seçkin grubun nelerin altını çizdiği ve hangi konularda hemfikir olup hangi konularda görüş ayrılığı yaşadığı konusunda yaşanan merak.
Bu seneki Bilderberg Toplantıları’nda doğrudan iktisadi sorunlar tartışılmadı. İçimdeki iktisatçı olayların ekonomik boyutlarının doğrudan ve daha detaylı olarak tartışılmasını tercih ederdi şüphesiz. Ancak Amerika’nın Çin’e karşı ittifak kurma konusunda iktisadi değil ideolojik endişeleri ön plana çıkarmak istemesi, belki işin iktisadi boyutunu ikinci plana atmış olabilir.
Toplantıdaki genel tema, Avrupa ve ABD’yi ortak bir payda altında buluşturmak ve artan tehditlere karşı ortak çözümler üretebilmekti. Peki nedir artan tehditler?
Öncelikle AB’nin geleceğine ilişkin endişeler tartışıldı.
Halihazırdaki göç sorununa, ticaret savaşları, “terör”, iklim değişikliği gibi sorunlar eklendiğinde Birliğin bu sorunlara etkin çözümler üretemediği dile getirildi.
Bu endişenin popülist ve milliyetçi akımları beslediği ve AB’de çatlaklar oluşturduğu not edildi.
Popülist ve milliyetçi akımları bertaraf etmek için refahı artırma yolu ile özgürlüklerin korunması, toplumdaki bölünmeleri önleyecek ortak bir kimlik ve komünite anlayışının yaratılması, demokrasi ve hukuk üstünlüğü temellerinin sağlamlaştırılması gerektiği belirtildi.
İklim değişikliği toplantı gündeminde kritik bir rol oynadı. Katılımcılar arasında çok sayıda yeşil parti ve yeşil endüstri temsilcisi vardı. Bu konuda hükümetlere düşen görevin uzun vadede gidilecek yönü net ve şeffaf bir şekilde ilan edip bu yolun kararlılıkla izleneceğine dair inancı güçlendirmek ve bu şekilde firmaların arzu edilen yönde yatırım yapmasını sağlamak olduğu konuşuldu.
Peki Avrupa ekonomisi yavaşlar ve yeni bir krizin eşiğine gelirse, bu krizden çıkmaya yetecek araç var mı? Bu konuda karamsar bir tablo çizildi. Son finansal krizden sonra kredibilite kaybı olduğu ve güvensizlik ortamında tekrar istikrar sağlamanın oldukça zor olacağı, özellikle İtalya’nın önemli bir risk unsuru olduğu not edildi.
Toplantıda tartışılan bir diğer ana başlık, ticari ve teknolojik olarak giderek daha sıkı bağlarla birbirine bağlanan global düzende Batı ve Çin arasındaki ideolojik farkların nasıl bir uzlaşı temeline oturtulabileceği idi.
Çin ile teknolojik bir soğuk savaştan özellikle kaçınılması gerektiği, bunun hem iletişim kanallarında hem de teknolojide bir kopma yaratacağı vurgulandı.
Görünen o ki Avrupa kanadı ABD’nin Çin’e karşı tutumundan ve bu ortamda ABD yanında saf tutmaları beklentisinden oldukça rahatsız.
Bu tedirginliğin altında iki sebebin olduğunu söyleyebiliriz: Çin ile ticari ilişkilerinin bozulmasının yaratacağı ekonomik endişeler ve ABD’nin Avrupa’ya koyduğu gümrük tarifeleri nedeniyle güvenilir bir müttefik olarak algılanmaması.
Bu serzeniş toplantı sırasında dile getirildi. ABD’nin hem Avrupa’dan Çin’e karşı destek isteyip hem de Avrupa’ya yüksek tarife uygulamasının yarattığı güvensizlik ve hoşnutsuzluk vurgulandı.
Yine ABD’nin Çin politikası geliştirilmesi konusunda Avrupa ile ortak bir strateji belirlemeyi reddettiği ve Avrupa ile ABD arasında olası bir bölünmenin Çin’e fırsat yaratacağı not edildi.
Bunun yerine ortak yatırımlarla teknoloji konusunda Çin’le yarışmanın daha yapıcı ve doğru politika olacağı, bu noktada güçlü bir Euro Bölgesi ve sermaye piyasası birliğinin bu amaca hizmet edeceği vurgulandı.
Avrupa’nın niyetinin ABD’yi takip etmek değil, ABD ile beraber çalışmak olduğu söylendi.
Toplantının ana gündeminde Türkiye yoktu. Ancak bir soru üzerine Türkiye de az da olsa konuşuldu.
Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füze savunma sistemi alımı konusunda ısrarcı olması durumunda yaptırım uygulanacağı, Ankara’ya taviz verilmeyeceği ve Türkiye’nin F-35 konsorsiyum programından çıkarılarak üretim zincirindeki rolünün sonlandırılacağı not edildi.
İlave olarak, Türkiye’nin S-400 anlaşmasını imzalaması durumunda, bunun NATO üzerindeki olumsuz etkisinin oldukça büyük olacağı vurgulandı.
NATO’nun stratejik değil güvenlik amaçlı organizasyon olduğu, Rusya’nın bölgedeki kontrolünün artması durumunda bunun NATO için önemli bir tehdit unsuru olacağı not edildi.
Bu noktada ABD’deki Demokratları ve Cumhuriyetçileri NATO’nun stratejik bir organizasyon olmadığı konusunda eyleme geçirme gerekliliği aktarıldı.
Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşmasında, ABD Başkanı Donald Trump’ın oynadığı hırçın ve NATO’yu umursamaz rol, kanımca üstü kapalı olarak kınandı.
Kaynak:
BBCTürkçe