Bu konunun ederi gideri, arası ortası yoktur.
Türk’e kefen biçilmez, Türk’le eğlenilmez, Türk’e tuzak işlemez.
Papaz’ın serbest kalması elbette pek çok soru işaretine de neden olmuştur.
Terör örgütleriyle ilişki ve iltisakı belli olan bir şahsın, casusluk suçlamasıyla tutuklanan bir misyonerin, 2 yıl bile dolmadan serbest kalması adalet ilkeleriyle nasıl izah edilecektir?
Güvenlik ve huzur ihtiyacı insanlığın en temel meselesidir.
Güvenlik kaybolmuşsa, huzur kalmamışsa ne ekonomik gelişmişlikten, ne siyasi güçten, ne de parlak bir gelecekten bahsetmek mümkündür.
Küresel düzeydeki anlaşmazlıklar, bölgesel düzlemdeki kamplaşmalar hem insanımızı hem de bütün insanlığı derinden sarsmaktadır.
Dünya fazlasıyla istikrarsız, bir o kadar da belirsizliklerle dolu süreç ve dönemden geçmektedir.
Krizlerin biri biterken diğeri başlamaktadır.
Kategorik çatışmalar, kanlı hesaplaşmalar, karanlık planlar birbirine eklemlenerek kronikleşmekte, dahası kökleşmektedir.
Uluslararası toplum adeta kendi kendinin kuyusunu kazmaktadır.
İnsanlık değerleri, adalet ve ahlak ilkeleri yok sayılmaktadır.
Devletlerarası ilişkiler, ülkeler arası irtibatlar, milletler ve toplumlar arası diyaloglar gittikçe körelip her geçen gün kopuşun sınır hattına yaklaşmaktadır.
Özellikle Türkiye’nin de içinde bulunduğu geniş coğrafyaların durumu umut verici, huzur vaat edici değildir.
İsrail, Gazze’deki yıkım ve katliamlarına devam etmektedir.
Filistinli mazlumlar çok açık saldırı altındadır.
13 Ekim 2018 Cumartesi günü, Gazze’de barışçıl ve demokratik gösterilerini yapan Filistinli kardeşlerimize İsrail hiç acımadan, hiçbir vicdana sığmayacak şekilde ateşle karşılık vermiştir.
Sonuç olarak 7 Filistinli hayatını kaybetmiş, sayıları 200’ü aşan Filistinli de yaralanmıştır.
Filistinliler 2006 yılından bugüne kadar abluka altında tutulan Gazze Şeridinin İsrail sınırında, 30 Mart 2018’den beri “Büyük Dönüş Yürüyüşü” temasıyla taşkınlıktan uzak, son derece demokratik gösterilerini yapmışlardır.
İsrail her zaman olduğu gibi tahammülsüz ve zorbadır.
Çocuklara silah doğrultacak kadar da gözünü kan ve kin bürümüştür.
Şiddet, İsrail devletinin vazgeçmeyeceği bir politika haline gelmiştir.
Terör yöntemlerini kullanarak mazlumların kanını döken, bölgesel gerilim ve habis senaryoların ana aktörü haline gelen İsrail’in arayıp da henüz bulamadığı belasına er ya da geç kavuşacağına yürekten inanıyorum.
Bilinmelidir ki, Kudüs komplosuyla mukaddesatımıza kast etmek için kuyruğa giren zalimlerin Allah’ın gazabıyla tanışacakları günler de çok uzak değildir.
Mazlumların arşı titreten ahları inanıyorum ki, müstebit ve müstevli emellerin tahtlarını sallayacak, taçlarını havaya uçuracaktır.
Allah var gam yoktur.
Allah bes baki hevestir.
Tarih, hiçbir katilin, hiçbir katliamcının yaptığı kötülüklerin yanına kalmadığını göstermemiştir.
İsrail’in Gazze’de düzenlediği menfur saldırıyı kınıyor, hayatlarını kaybeden Filistinli kardeşlerimize Allah’tan rahmet diliyor, yaralılara da şifalar temenni ediyorum.
Ayrıca 13 Ekim 2018 Cumartesi günü Afganistan’ın Tahar Vilayetinde, bir seçim mitingi sırasında meydana gelen terör saldırısında çok sayıda insan hayatını kaybederken, pek çoğu da yaralanmıştır.
Dost ve kardeş ülke Afganistan’a taziyelerimizi iletiyor, terör saldırısı sonucu can verenlere Allah’tan rahmet, yaralılara da acil şifalar diliyorum.
Terörün olmadığı, teröristlerin yer almadığı, huzur ve güvenliğin tam hakimiyet kurduğu bir dünyaya ulaşmayı Rabbim’den niyaz ediyorum.
Değerli Arkadaşlarım,
Türk milleti eşsiz sağduyu ve sabrı ile yaşadığı ağır istismarlara ve tahriklere karşı vakarını korurken sakinliğinden ve sükûnetinden de asla taviz vermemiştir.
Kurulan tuzaklar anbean bozulmuştur.
Kurgusu Türkiye düşmanlarınca yapılan oyunlar boşa çıkartılmıştır.
Kumandası hain ellerce gerçekleştirilen provokasyonlar kaynağında kurutulmuştur.
Bu söylediklerime delil olarak, dünden bugüne yaşanan ibretlik olaylar teker teker gösterilebilecektir.
Bölünme tartışmaları, sınır tanımayan tehditler, bölücü saldırılar, bekamıza düzenlenen suikastlar, devlete ve millete yönelik meydan okumalar çok tehlikeli olayların önünü açmıştı.
Ancak Türk milleti asalet ve soylu duruşunu göstererek yangına körükle gitmemiş, işbirlikçilere ve ihanet ehline prim vermemiştir.
Biz bu vatanı kolay bulmadık, asla da kaybetmeyeceğiz.
Biz bu ülkeyi akşamdan sabaha kurmadık, birileri dayatıyor, birileri istiyor, birilerinin canı çekiyor diye teslim etmeyeceğiz, tarihi haklarımızdan vazgeçmeyeceğiz.
Zorluk varsa dayanacağız, kuşatma varsa yaracağız.
Yılgınlığımızı gözleyenler, yenilgimizi özleyenler mahcup olacaklardır.
Gerekirse canımızla, gerekirse malımızla, gerekirse de son damla kanımıza kadar bu vatanı, bu milleti, bu devleti tıpkı Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa gibi, tıpkı Şıpka Kahramanı Süleyman Paşa gibi, tıpkı Çanakkale’yi geçilmez yapan fedakar nesil gibi korkusuzca savunacağız.
Ağzında tek dişi kalmış emperyalizm canavarına Allah şahit ki yutulmayacağız.
Bizi çiğnemeye kalkan, öğütmeye çalışan, öldürmeye çabalayan kim olursa olsun ya boğazına dururuz, ya da haramla dolup taşan boğazını sıkar atarız.
Bu suretle bekamızı kurban ettirmeyiz, ona buna peşkeş çektirmeyiz, onun bunun merhametinden, insafından medet ve menfaat ummayız.
Dikkatinizi çekiyorum ki, güney kara sınırlarımız boyunca vahim ve vahşi bir senaryo hayata geçirilmek isteniyor.
Suriye ve Irak topraklarına tutunup ülkemizin mücavir alanlarını A’dan Z’ye kaosa sokacak çok tehlikeli bir planlama ve hazırlık devamlı surette ikmal ve ihata ediliyor.
ABD terör örgütleriyle aleni düşüp kalkıyor, açıktan emel ve hedef birlikteliği yapıyor.
Türkiye’nin kağıt üstünde müttefiki görülen bir ülke, dönüp dolaşıp Türkiye düşmanlarıyla bir oluyor, beraberlik kuruyor.
ABD kararını netleştirmelidir.
Tavır ve tutumunu sadeleştirmelidir.
ABD’nin müttefiki Türkiye midir? Yoksa PKK/YPG midir?
Bir terör örgütünün ağır silahlarla donatılması hangi ahlaka, hangi inanca, hangi kitaba, hangi akıl ve mantığa sığmaktadır?
Teröriste hoşgörü, terör örgütlerine yardım ve yataklık insanlığın bugüne kadar ki birikim ve kazanımlarına ihanet sayılmayacak mıdır?
ABD nereye varmak istiyor?
Fırat’ın batısında sinsi hesabı ayağına dolanan, aslında saha dışı bırakılan ABD, bu kez Fırat’ın doğusuna bütün gözünü dikmiş durumdadır.
Fırat’ın doğusunu kavrayarak sözde büyük Kürdistan projesine kan ve can takviyesi yapmak amacıyla seferber olan ABD, adeta zehir saçmakta, çok bariz şekilde terörizme çanak tutmaktadır.
Suriye ve Irak’ın toprak bütünlüğünü tartışmaya açmaktadır.
Müttefiki olan Türkiye’yi pervasızca tehdit etmektedir.
Büyük Kürdistan emperyalizmin kanlı hedefidir.
Yıkım demektir, bölünme demektir, hatta savaş demektir.
Türkiye’nin egemenlik haklarını, milli güvenliğini hiçe saymaktır.
Binlerce kilometre uzaktan gelip sınırlarımızın dibinde terör örgütleriyle hıyanet cephesinde buluşan ABD, bırakınız insanlık mirasını lekelemeyi; kendi varoluşuna, devlet olma vasıflarına bile hakaret üstüne hakaret etmektedir.
Biz bundan sonra NATO çatısı altında nasıl çalışacağız?
NATO’nun devamını ne şekilde temin edeceğiz?
Hepsini geçtik, NATO’nun varlığı ve devamlılığı meşruiyetini hangi yollarla sağlayacak?
Sırtımıza hançer vurmak üzere harekete geçen bir ülkeyle lafın gelişi de olsa dostluktan nasıl bahsedilecek?
Menbiç Yol Haritası ile Menbiç Güvenlik Prensiplerinin bağlayıcılığı bundan sonra nasıl mümkün olacak?
12 Ekim 2018 tarihi itibariyle, Türkiye ve ABD tarafından Menbiç’in etrafında 59 bağımsız devriye faaliyetinin icra edildiği söyleniyor.
Teröristler Menbiç’in çevresine çukurlar kazıyor, ABD sözde Büyük Kürdistan hayaliyle avunuyor, PKK/YPG silah ve terörist takviyesiyle günden güne palazlanıyor.
Türkiye bu iğrenç tabloya sessiz kalamaz.
Milli bekamızı itlaf ve infaz etmek isteyen zulüm koalisyonuna asla tepkisiz duramaz.
Fırat Kalkanı Harekatıyla Azez-Cerablus arası nasıl emniyete alınmışsa, Zeytin Dalı Harekatıyla Afrin’de nasıl bir mıntıka temizliği yapılmışsa, aynısı, belki daha da tesirlisi Fırat’ın doğusunda başarılmalıdır.
Fırat’ın doğusu tehdit olmaktan tamamen çıkarılmalıdır.
Hainler doğduklarına doğacaklarına pişman edilmelidir.
Türkiye’nin bunu yapacak muktedir gücü vardır.
Türk milletinin beklentisi bu yöndedir.
Hiç kimse milletimizin sabrıyla oynamamalıdır.
Yeri gelirse hepimiz Mehmet oluruz, hepimiz şehadet kadrosuna isimlerimizi birer birer yazdırıp hainlerin kökünü kurutur, döktükleri kanda boğar, Türkiye’yi gene de düşürmeyiz.
Büyük Kürdistan beyhude hevestir.
Bu parça tesirli bölücü bombayı aramıza hiçbir güç atamayacaktır.
Türkiye’nin imhası demek olan bu melaneti hiç kimse tesis edemeyecektir.
Buna en başta huzurdan, refahtan, birlikten ve bin yıllık kardeşlikten yana Kürt kökenli vatandaşlarım müsaade etmeyeceklerdir.
Türk milletiyle oyun olmaz.
Türk milletine tehdit sökmez.
Türk milletine meydan okunmaz, okunamaz.
Yanılıp yenilip meydan okumaya cüret edenler ise bugüne kadar ağır sonuçlara katlanmışlar, bedelini sonuna kadar ödemişler, ödemeye de devam edeceklerdir.
Diyoruz ki: Ya istiklal ya izmihlal.
Ye milli beka ya hayata veda.
Ya devlet başa ya da kuzgun leşe.
Değerli Milletvekilleri,
Herkesin gözü önünde Türkiye’den Evanjelist bir Papaz geçip gitmiştir.
Bu Papaz ki, Türkiye ile ABD ilişkilerini resmen zehirlemiş, taammüden zaafa uğratmıştır.
Hakkında çok ciddi suçlamalar bulunan Papaz Brunson 9 Aralık 2016’de tutuklanmış ve cezaevine koyulmuştu.
Süren davanın iddianamesi ise 2018 yılının Mart ayında kabul edilmişti.
Papaz Brunson’un terör örgütleriyle ilişki ve irtibatı olduğu söylendi.
FETÖ ve PKK adına suç işleyip casusluk yaptığı ifade edildi.
ABD Başkanı Papaz’la yatıp Papaz’la kalktı.
Türkiye’ye yaptırım tehditleri savurdu.
Ülkemizden alınan çelik ve alüminyum vergilerini yükseltti.
Papaz Brunson’un serbest bırakılmaması halinde ilave yaptırımlar uygulanacağını ilan etti.Trump’ın yardımcısı Pence aynı sorunlu ve şaibeli tavrı arttırarak sürdürdü.
1 Ağustos 2018’de İçişleri ve Adalet Bakanlarımız ABD’nin yaptırım listesine alındı.
Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin seviyesi dip yapmıştı.
Trump, Twitter kanalıyla tehditkâr mesajlarını yoğunlaştırdıkça kur yükseldi, faiz patladı, enflasyon azdı; nitekim Türkiye ekonomisine adı konulmamış savaş açıldı.
Ekonomik operasyonlarla Türkiye’nin taviz vermesi, geri adım atması, duruş ve tezlerinden ayrılması hedeflendi.
Papaz iki ülkenin bütün diyaloglarını tıkadı, onlarca yıllık ittifak hukukunu dinamitledi.
Türkiye ile ABD tarihin en kötü ilişki durumuna paldır küldür gerileyerek çakıldı.
Papaz Brunson’un 18 Temmuz 2018 tarihinde ev hapsine alınması fayda etmedi, sonuç vermedi, kanamayı durdurmadı.
12 Ekim 2018 tarihinde dördüncü kez hakim karşısına çıkarılan Papaz 3 yıl 1 ay 15 gün ceza almış; sonuç itibariyle infaz hükümleri gereğince yattığı süre de hesaba katılarak tahliyesi kararlaştırılmıştır.
Ve aynı günün akşamı önce Almanya’ya gitmiş, ardından da ABD’ye hareket etmiştir.
Trump, Oval Ofis’te Papaz’ı hasretle kucaklamış, kendisine dua ettirmiş, sanki Vietnam’dan, sanki Afganistan’dan, sanki Irak’tan dönen askerleri gibi karşılamıştır.
Kaldı ki, yıllardır üstlendiği ajanlık görevini vatan toprakları içinde Kilise’yi merkez tutarak yapan Papaz elbette amirlerinin her türlü övgüsüne mazhar görülecektir, gerçekte olan da bu olmuştur.
İlk bakışta ve yüzeysel olarak diyebiliriz ki, Papaz gitmiş, kavga bitmiştir.
Anlaşılan Papaz büyüsü de bozulmuştur.
Trump’ın Türkiye’ye hisleri şıpsevdiler gibi birden bire değişmiştir.
İki ülke arasındaki ilişkilerin düzeleceğini ifadeden de çekinmemiştir.
Bu arada eskiye döneceğiz sözleriyle Sayın Cumhurbaşkanı’na teşekkürü ihmal etmemiştir.
Seviyesiz Trump’ın yerini sempatik Trump almıştır.
Kırgınlığı Papaz iadesiyle geçmiştir. En azından görünen budur.
Trump’ın hal-i pürmelali, zannederseniz sokak aralarında birbirini itekleye itekleye top oynayanlar gibi, oyuncağı alınınca küsen, verilince sevinen çocuklar gibidir.
Böyle devlet yönetilmez, böyle devlet adamı olunmaz, böylesine şuur kaybıyla, aklı kaymasıyla Türkiye-ABD ilişkileri istikrarlı kalamaz.
Türkiye’nin değerini bir Papaza indiren, Türkiye’ye bakışını bir Papazla eşitleyen bir ülkenin başkanına güven duyulamaz, itibar edilemez.
Unutulmasın ki, bizi adam yerine koymayanı biz insan bile görmeyiz, göremeyiz.
Papaz’ı almak için her dayatmayı yapan, yegane siyasi ve diplomatik gündemi haline getiren ABD Başkanı, yarın bir başka meseleyle ilgili aynı tutumunu sürdürürse ne yapacağız?
Yine gözlerimiz döviz kuruna mı bakacak?
Yine kulaklarımız okyanusun karşı kıyısından gelecek haberlere mi odaklanacak?
Acaba Twitter’den ne diyecek, acaba hangi yaptırım kararlarını alacak, tekraren kendi kendimize bu soruları mı soracağız?
Bit için dam yakan, içten içe Türkiye husumetiyle motive olan kör ve kötürüm bir anlayışla köklü ve kalıcı diyalogları nasıl kuracağız?
Trump kendisini ali kıran baş kesen mi görmektedir?
Bu fütursuzluğunu, bu patavatsızlığını, bu hamakat ve husumetini neye yoralım, nasıl yorumlayalım?
Korumacı politikalar takip edecek, biz susacağız. Bu mu isteniyor?
Canı sıkılınca terör örgütlerine silah dağıtıp, PKK/YPG’ye gönül verip cinayetleri azmettirecek, biz görmeyeceğiz. Bu mu ima ediliyor?
Keyfi şekilde ticaret savaşlarının fitilini tutuşturacak, hezeyandan hezeyana koşacak, biz alttan alacağız. Bunu mu bekliyor?
Casuslar ülkemizde cirit atacak, hainler kudurmuş gibi saldıracak, Kiliseler istihbarat aparatı gibi çalışacak, misyonerler vızır vızır nifak saçacak, yetmedi FETÖ’cüler Pensilvanya’da saltanat sürecek; görmeyeceğiz, duymayacağız, konuşmayacağız, bunu mu arzu ediyor?
Trump’ın derdi nedir?
Böyle bir dünya nerede vardır?
Böylesine bir acziyet ve gafillik Türkiye’ye ne hakla müstahak görülmektedir?
Türkiye, ABD’nin sömürgesi değildir.
Türkiye, ABD’nin 51’inci eyaleti falan hiç değildir, asla, ama asla da olamayacaktır.
Trump uyuyorsa uyansın, uyanıksa ayağa kalksın; Türkiye’yi çadır devletleriyle bir tutma ayıp ve ahlaki noksanlığından derhal uzaklaşsın.
ABD Başkanı büyük Türk milletini hafife almasın, Türkiye’nin şanını ve şerefini tartışmaya açacak sefillikle arasına mesafe koysun.
Bu işin şakası yoktur.
Bu konunun ederi gideri, arası ortası yoktur.
Türk’e kefen biçilmez, Türk’le eğlenilmez, Türk’e tuzak işlemez.
Papaz’ın serbest kalması elbette pek çok soru işaretine de neden olmuştur.
Terör örgütleriyle ilişki ve iltisakı belli olan bir şahsın, casusluk suçlamasıyla tutuklanan bir misyonerin, 2 yıl bile dolmadan serbest kalması adalet ilkeleriyle nasıl izah edilecektir?
Papaz Brunson’un üç gizli tanığın ifadesiyle suçlanması, sonra da savcı değişikliğiyle birlikte yine aynı tanıkların değiştirilmiş, tahrif ve tahrip edilmiş ifadeleriyle serbest kalması bağımsız ve tarafsız hukuka ne kadar uygundur?
O halde herhangi bir davada ayarlanacak birkaç gizli tanık bir insanı suçu yoksa felakete suçu varsa feraha ulaştırabilecektir.
Papaz davasında ifade değiştiren, Türk adaletini şaibelerle hırpalayan gizli ve kiralanmış tanıklar kimlerdir?
Bu gizli tanıklar kısa süre içinde ifade ve görüşlerini nasıl değiştirmişlerdir?
Güvenilmez, fiyatı olan, duruma ve günün şartlarına göre görüş değiştiren kişi ya da kişilerin tanıklığıyla adalet yaşar mı? Yaşasa bile buna adalet denir mi?
Geçmişte kumpas davalarına damga vuran gizli tanık terörünün nelere mal olduğu, hangi mağduriyet ve mahkumiyetlere yol açtığı gayet iyi bilinmektedir.
Gizli tanık Türk Ceza Hukuku sistemine ekilen fitne tohumudur.
Nerede ve kimin aleyhine işleyeceği ise meçhuldür.
Türk hukukunu gizli tanık tasallutundan kurtarmak hepimizin boynunun borcudur.
Bir yanda 35 yılla yargılanıp, diğer yanda 2 yıl bile dolmadan yakayı kurtaran bir casusun vebaline millet vicdanı nasıl ortak olacaktır?
İstenen cezayla verilen ceza arasındaki uçurumu kim, nasıl kapatacaktır?
Bir önceki duruşmada söylediklerini bir sonraki duruşmada inkar edip tam aksini iddia eden gizli tanıklarla bağımsız ve tarafsız yargı nasıl teşekkül ve tecelli edecektir?
Hadi bunlar oldu diyelim.
Yargı kararına saygımızı dile getirip yutkunduk sayalım.
Hukuken pek çok mahsurları da görmezden gelelim.
Bu çerçevede Papaz Brunson verildiyse, ABD’deki Papaz Gülen niye alınmaz, neden alınamaz?
Halbuki ver Papazı al Papazı demiştik.
Sözümüz sözdü, irademiz senetti.
Cevabını aradığımız soru şudur: Pensilvanya’daki Papaz ne zaman ülkemize iade edilecek?
Bu hain Türk adaletinin önüne ne zaman çıkarılacak?
Varsayalım Papaza Papazla karşılık vermediler.
Bu kapsamda umut ettiğimiz takas diyelim ki gerçekleşmedi.
İki Papazı da ellerinde tutmak istediler.
Bu durum karşısında Halkbankası Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla’nın iadesi ne zaman olacak?
Maksadımız siyasi eleştiri yapmak veya yeni bir siyasi polemik sayfası açmak değildir.
Dış politika konusunda hükümete verdiğimiz destek tartışmasız ve ortadadır.
Ancak milli vicdanı rahatsız eden bir sorunla ilgili kanaatlerimizi dile getirmek, hatta sitem ve şikayetimizi seslendirmek en makul hakkımız, en meşru görevimizdir.
Meselemiz Türkiye’nin saygınlığıdır, Türk milletinin sözünün dinlenmesidir.
Evanjelist Papaz gözle kaş arasında uçup gidecek, peşinde olduğumuz FETÖ Papazı Pensilvanya’dan örgütünü idare edecek, böylesi bir tablo tarihi hata sayılmayacak mıdır?
O darbeciyi, o teröristi, o haşhaşiyi, o Türk ve İslam düşmanını istiyoruz, 251 şehidimizin hesabını vermesini sonuna kadar bekliyoruz, vermezlerse de ne yapıp edip söke söke almanın yollarını bulacağımıza inanıyoruz.
Türkiye yeni yetme bir devlet değildir.
Türkiye köksüz ve temelsiz bir devlet de değildir.
Hukuk varsa devlet vardır, devlet varsa hükümranlık vardır, hukuk sakatlanırsa devlet irtifa ve itibar kaybedecektir.
Türk devlet aklının, Türk devlet felsefesinin özü de birdir, esası da bellidir, o da adalettir.
Vicdanını ve şuurunu kaybeden bir millet tarihten kaybolacaktır.
Adalet ise milletin vicdanına tutunmuş hakikatleri satırlara geçirmektir.
Ziya Gökalp diyor ki:
“Devletimde halkın örfü hakimdir,
Başka kuvvet onu tahdit edemez.
Kanun hakka hakim değil hadimdir.
Sebep yokken ferdi takyit edemez.”
Adalete hürmet ve bağlılığından dolayı Türk milleti tarih boyunca adından söz ettirmiş, çağlara mührünü vurmuş, haysiyetini var olagelmiştir.
Bu itibarla Papaz Brunson kararı, ne söylenirse söylensin, nasıl tevil edilirse edilsin milletimizi üzmüş ve yaralamıştır.
Bakalım, dövizin akıbeti ne olacaktır?
Görelim, yüzde 10’la başlayan fiyat indirimleri enflasyonu eski seviyelerine çekecek midir?
Bunların takipçisi olacağız.
Fırsatçıların, tefecilerin, karambolde arı bırakıp karın hevesine kapılan ahlaksızların peşini bırakmayacağız, enselerinden nefesimizi eksik etmeyeceğiz.
Muhterem Arkadaşlarım,
Washington Post Yazarı Suudi Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın 2 Ekim 2018 tarihinde evlilik işlemleri için gittiği ve bir daha da çıkamadığı Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu binasındaki belirsizlik halen sürmektedir.
Adeta insan aklıyla alay edilmektedir.
Kaşıkçı’dan iz yoktur, haber yoktur.
Zannederseniz buharlaşıp uçmuştur.
Zannederseniz yer yarılıp içine düşmüştür.
Cemal Kaşıkçı’nın akıbetiyle ilgili pek çok vahim iddia gündemdedir.
İstanbul’da güpegündüz Suudi Arabistan Başkonsolosluğu’na girip bir daha da ortalıkta görünmeyen bir gazeteciye ne olduğu, nereye gittiği, neyle karşılaştığı bir türlü açıklığa kavuşturulamamıştır.
Türk ve Suudi yetkililer dün akşam saatlerinde inceleme yapmak maksadıyla Başkonsolosluk binasına girmişlerdir.
Bu incelemeden ne çıkacağı ise belirsizdir.
Bir binaya girdiği belli olup da çıkışı bilinmeyen, çıktığı görülmeyen bir şahsı bulmak için, acaba nasıl bir inceleme yöntemi takip edilecektir?
Suudi Arabistan’dan gelen ve iki ayrı jetle taşınan esrarengiz şahısların Cemal Kaşıkçı olayıyla bir bağlantısı var mıdır?
Muhalif kimliğiyle bilinen bu gazeteci örtülü bir operasyona maruz mu kalmıştır?
Konsolosluk binalarının dokunulmazlığı bilinmektedir.
Söz konusu binalarda diplomatik misyon şeflerinin onayıyla arama ve inceleme çalışmalarının yapılacağı da açıktır.
Bizim temennimiz Kaşıkçı olayındaki sis perdesinin aralanması, içyüzünün daha fazla gecikmeden aydınlatılmasıdır.
ABD-Suudi Arabistan ve Türkiye arasında krize ve bilmeceye dönüşen Cemal Kaşıkçı vakasının tarafsız ve objektif şekilde vuzuha ermesi şarttır.
Konsolosluk binasına girişi kameralara yansıyan, ama çıkışı görülmeyen Kaşıkçı’nın durumunu netleştirmek için hiç kimse kaçak güreşmemeli, saman altından su yürütmemelidir.
Suç varsa, suçlular belliyse gereği mutlaka yapılmalı, Türkiye’yi töhmet altında bırakmak için fırsat arayan mihraklara asla koz verilmemelidir.
Değerli Milletvekilleri,
Merhum Cemil Meriç der ki; vatandaşlar günün çetin kavgalarında yer alırken yıldızlara serenat besteleyen bedbahtın adı savaş kaçağıdır.
İnsanımız hayatın ağır şartlarıyla boğuşmaktadır.
Siyaset kurumunun temel vazifesi milletimizin maruz kaldığı sorunlara kafa yormak, çözüm üretmek, samimi ve yapıcı tekliflerde bulunmaktır.
Bunu yapmayan, yapamayan siyasetçiler ise savaş kaçağı değilse bile ahlak kaçağı, dürüstlük ve iyi niyet fukarasıdır.
Hepinizin bildiği gibi siyasetin kaynağı ve öncelikli ilgi alanı insandır.
İnsanın mutluluğu, refahı, huzuru ve onuru günümüz siyasetinin odağı olmuş; siyaset anlayışları, siyaset üslubu ve siyaset tercihleri bu temel üzerinde yükselmeye başlamıştır.
Nerede bir insan varsa, nerede bir insanın karşılaştığı bir sorun görülüyorsa siyaset bunların çözümüne kafa yormak, akıl üretmek ve çözüm bulmak mecburiyetindedir.
Günümüzün siyaset algısı ve ulaştığı seviye bunu gerektirmektedir.
Sorunların bir kısmını göz ardı ederek yalnızca belirli alanlarla meşgul olmak, diğerlerini yok saymak eksik ve kusurlu bir siyaset anlayışının sonucudur.
Tarih boyunca insan olmanın bitmek tükenmek bilmeyen arayışları bugünkü zaman diliminde demokratik talepler halinde devam etmektedir ve bundan sonra da edecektir.
Nasıl yaşayacağına, nasıl barınacağına, nasıl besleneceğine yönelik temel ihtiyaçlarının yanı sıra, insanlık haklı olarak nasıl yönetileceğini, kimlerin kendisini yönetmesini istediğini, hangi haklara sahip olacağını da belirleme gücüne ve katılım yetkisine sahiptir.
Yalnızca demokrasilerin sunabileceği bu tarihi imkânlar ve tercih etme seçenekleri beraberinde siyaset anlayışlarına ve siyaset adamlarına kıyasıya bir rekabet ve yarışma da getirmiştir.
İnsanımız daha onurlu, daha tok, daha özgür, daha kudretli, daha güvenli, daha kaynaşmış gibi sayısız ve karmaşık insani ve toplumsal beklentilere cevap vereceğine inandığı siyaset anlayışlarına destek ve onay vermektedir.
Kara propagandaların tesirini ayıklamış, tehlikeli karartmaların etkisinden arınmış, aldatma ve istismarların markajından ayrılmış her vatandaşımız kendi geleceğini tertemiz iradesi doğrultusunda belirleyecektir.
Bu yolla Türkiye daha güzele ulaşacaktır.
Türk milleti hak ettiği gelişmişlik seviyesine mutlaka varacaktır.
Bunu yaparken bekamızı muhafaza edeceğiz.
Bunu sağlarken küresel dayatmalara karşı uyanık olacağız, iç ve dış çıkar odaklarına karşı tetikte duracağız.
24 Haziran 2018 Milletvekili ve Cumhurbaşkanı Genel Seçimlerinin hitamında resmen uygulamaya geçen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi istikbalin güçlü Türkiye’sini bina edecektir.
Önümüzdeki engeller mutlaka milli birlik ve dayanışma ruhuyla aşılacaktır.
İnsanımızın mutlu olması, güven ve huzur arayışı en doğal hakkıdır.
31 Mart 2019 tarihinde yapılacak Mahalli İdareler Seçimleri yeni sistemin kökleşmesi, geleceğin mimarisi, milli bekamızın sağlam esaslara bağlanması için istikrar içinde yapılmalı ve makul sonucu vermelidir.
Bizim değerlendirmemiz, 24 Haziran 2018 seçimlerine damga vuran Cumhur İttifakı’nın Mahalli İdareler Seçimlerine de ahlaken ve esasen yön verip istikamet çizmesidir.
Siyasi kaygı taşımıyoruz, çünkü aziz milletimize güveniyoruz.
31 Mart 2019’a belediye sayısı artar mı azalır mı zaviyesinden bakmıyoruz, oy oranlarıyla yaklaşmıyoruz.
Aklımızda hep Türkiye vardır.
Türklüğün bekası aklımızın ve ahlakımızın mihenk taşıdır.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne taarruz planı yapan zillet ittifakının ve arkalarındaki muhasım odakların sistem tartışmalarını alevlendirip rejim krizi çıkarma niyetlerinin önüne geçmek istiyoruz.
Siyasi dürtülerle, günlük ve kısa menzilli hedeflerle büyük davaların taşınamayacağının bilincindeyiz.
Türkiye’nin geleceğini dengeli ve kalıcı şekilde belirleyeceksek 31 Mart 2019’a milli ve ahlaki temelde yaklaşmamız, aynı zamanda Cumhur İttifakı’nın ruhuna uygun hareketimiz kaçınılmaz bir ihtiyaçtır.
Biz Milliyetçi Hareket Partisi’yiz.
Bizim kalbimizde millet aşkı, gönlümüzde vatan sevgisi, göğsümüzde Türk-İslam asırlarının onuru vardır.
Türk milletinin daha nice asırlara bağımsız, bağlantısız ve güçlü olarak ulaşması yegane arzumuzdur.
Bunu da Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle başarabiliriz.
Bunu da yeni sisteminin yerleşip kurumsallaşmasıyla yapabiliriz.
CHP pusudadır, sokağa göz kırpmaktadır.
HDP punduna getirip suyu bulandırmanın emelindedir.
İP’in ise metruk bir tekne gibi ne yapacağı, bir süre sonra hangi kayalığa çarpıp dağılacağı az çok bellidir.
Türkiye’yi bu müflis ve mürai ellere bırakamayız.
Türkiye’nin bekasını riske atamayız, yeni hükümet sistemini tartışmaya açamayız, açtıramayız.
CHP’nin İş Bankası hisseleri konusu gündeme gelince çılgına dönmesi, denetim ve kontrolü hepten kaybetmesi ülkemizin nasıl bir badire ve belanın kıyısında olduğunu belgelemiştir.
CHP’li bir genel başkan yardımcısı diyor ki:
“CHP olarak eşkıya karşısında Anayasa’dan kaynaklanan her türlü direnme hakkımızı kullanırız.”
Bu alçak ifade karşısında sormak lazımdır ki, eşkıya kimdir?
Direnme hakkından kast edilen nedir?
Diyorum ki, ateş olsanız cürmünüz kadar yer yakarsanız.
Eşkıyaya gelince, uzağa bakmayın, başka yerde aramayın, çevrenizi kolaçan edin, birbirinizi yoklayın, kimlerle oturup kalktığınıza bakın işte o an eşkıyayı muhakkak görürsünüz.
CHP’li yöneticiler herkesi aynadaki akislerine benzetiyorlar.
Atatürk’ün miras ve tapusunun delinmeye çalışıldığını söylüyorlar.
Mülkiyet ve miras hakkıyla özel hukuk hükümlerinin hiçe sayıldığını masal gibi anlatıyorlar.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün gerçek varisi büyük Türk milletidir.
Bugünkü CHP’nin Atatürk’le yolları çoktan ayrılmıştır.
Siz kim Atatürk kimdir?
Sizin nereniz Atatürk’e benzemektedir?
Sizin neyiniz Atatürk’ü hatırlatmaktadır?
Yok öyle mirasyedilik, İş Bankası hisseleri doğruca Hazine’ye devredilmelidir.
Aslında bizatihi CHP sorumluluk alıp, kanuna gerek yok deyip hisselerini Hazine’ye bırakacak samimiyeti göstermelidir.
Ne var ki, Gazi Mustafa Kemal Atatürk yaşasaydı bugünün CHP yöneticilerini evlatlıktan reddeder gibi reddeder, üstüne bir de mirasından mahrum ederdi.
Milliyetçi Hareket Partisi CHP’nin İş Bankası hisseleriyle ilgili kanuni düzenleme olması halinde elbette gönül huzuruyla desteğini verecek ve emanetin asıl sahibine geçmesine mutlaka katkı sunacaktır.
Tavsiyemiz, CHP’nin milletin sesine kulak vermesi, üzerine çöreklendiği hisselerin Hazine’ye devrinden korkmaması, bankacılık değil milli ve ahlaki ölçülerde siyaset yapmasıdır.
Sözlerime son verirken muhterem heyetinizi bir kez daha saygılarımla selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi diliyor, hepinizi Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.