Yavuz Sultan Selim sakal bırakmazdı. İşte, sekiz yılda 80 yıllık toprak fetheden Yavuz Sultan Selim Han’ın hayatı… Özellikle sadrazamlarının icraatlerdeki başarısızlıklarını gizleyip yalan söylemelerini hiç affetmezdi. Yavuz Sultan Selim sakal bırakmazdı. Anadolu’daki Osmanlı egemenliğini sağlamlaştırmak ve doğudaki İslam Devletlerini tek bir çatı altında birleştirmek amacında olan Yavuz Sultan Selim, tahta geçer geçmez bu doğrultuda hazırlık yapmaya başladı.
Yavuz Sultan Selim 10 Ekim 1470 tarihinde doğdu.
Babası Sultan II.Bayezit, annesi Dulkadiroğulları Beyliği’nden olan Gülbahar Hatun’dur.
I.Selim uzun boylu, geniş omuzlu, iri kemikli, yuvarlak başlı ve pehlivan yapılıydı. Sert tabiatlı ve cesurdu, ‘Yavuz’ lakabıda buradan gelmiştir.
Kanun ve nizamın uygulanması konusunda kan dökmekten çekinmemiş, bihassa da sadrazamlarını katletmekle ün yapmıştır.
Özellikle sadrazamlarının icraatlerdeki başarısızlıklarını gizleyip yalan söylemelerini hiç affetmezdi.
Osmanlı İmparatorluğu, barışçıl bir padişah olan II.Bayezit döneminde 31 yıl savaşlardan uzak bir dönem yaşarken, önce Trabzon’da sonra da Kefe’de sancağında Sancak Beyi olan Şehzade Selim ise bu dönemi hiçte sakin geçirmedi.
Sancak Beyi olan bir Şehzade için, aslında pek normal olmayan bir şekilde, kendi başına karar vererek giriştiği Kafkas Seferinde ,Trabzon Halkını rahat bırakmayan Gürcülerle savaştı.
Gürcüler üzerine düzenlediği üç sefer sonucunda, Kars, Erzurum ve Artvin illeriyle birçok yeri fethederek Osmanlı İmparatorluğu’na kattı.
Onun bu askeri başarıları, yıllardır savaşa hasret kalan Yeniçeriler üzerinde etkili olmuş ve ileriki dönemler de babası ve kardeşleriyle giriştiği taht mücadelesinde Yeniçeriler Şehzade Selim’i desteklemişlerdir.
1512 yılında 42 yaşındayken tahta geçti. Tahta geçmesi de olaylı olmuş, bir bakıma tahtı söke söke ele geçirmiştir.
Babası Sultan II.Bayezit’in yaşlılığından ve uzun zamandır kötü giden devlet işlerinden ötürü saltanatı terk etmesi üzerine harekete geçti.
Gerek Padişah II.Bayezit gerekse devlet erkanı, üç şehzade arasından Şehzade Ahmet’in tahta çıkmasını desteklemekteydi.
Ancak Şehzade Selim, yaptığı hamleler ve Yeniçerilerin de desteği ile tahta oturmayı başardı.
Sultan Selim tahta çıktığında Osmanlı İmparatorluğu, sıkıntılı bir dönem yaşıyordu.
Bu bunalımlı dönemin en büyük nedeni, doğudaki Safevi İmparatorluğu idi.
Şah İsmail’in hükümdarı olduğu Şii bir Türk Devleti olan Safeviler, gitgide daha da güçlenmekteydi.
Yavuz Sultan Selim daha şehzadeliği sırasında, devletin bel kemiği Türkmenlerin devletten duyduğu memnuniyetsizliği ve Safevi Devleti’ne yönelmelerini fark etmişti.
Anadolu’daki Osmanlı egemenliğini sağlamlaştırmak ve doğudaki İslam Devletlerini tek bir çatı altında birleştirmek amacında olan Yavuz Sultan Selim, tahta geçer geçmez bu doğrultuda hazırlık yapmaya başladı.
Tarih iki Türk Devletini karşı karşıya getirmişti. Ancak bir Cihan İmparatorluğu olan Osmanlı’nın, Doğu Anadolu ve Orta Doğu’da hakimiyetini kurmadan batıya açılması mümkün değildi.
Bu durumda Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail’in çatışması, yani 1514’deki Çaldıran Savaşı, kaçınılmaz olmuştu.
“Gökte nasıl bir Allah varsa, yerde de Dünyayı idare eden bir sultan olmalı diyen ve Dünya’yı iki sultana çok gören Yavuz Sultan Selim, Çaldıran’da Şah İsmail’in ordusunu yenerek darmadağın etti.
İran üzerine yürümeye hazırlanırken, Çaldıran Savaşı’ndan yaralı olarak kurtulan Şah İsmail’in, Osmanlı’ya karşı Memlükler’le ittifak yapması üzerine Halep’e yönelen Yavuz Sultan Selim, 1516’da Mercidabık’ta Memlükler’i yenerek bugünkü Suriye, Ürdün, Filistin ve Lüban’ı imparatorluk topraklarına kattı.
Yavuz bu zaferden sonra da İstanbul’a dönmedi ve Mısır üzerine devam etti.
Sina Çölü’nü üstün teknik bilgisi ile, ordusunun önünde yürüyerek geçti ve Mısır’a girdi.
22 Ocak 1517’de Ridaniye Savaşı’nda Memlük ordusunu bir kez daha yenerek Mısır Memlükleri’ne ve ona bağlı Abbasi Halifeliği’ne son verdi.
29 Ay gibi kısa bir sürede, Çaldıran, Mercidabık ve Ridaniye gibi payitahtından binlerce kilometre uzakta yaptığı üç ölüm kalım savaşından da alnının akıyla çıkmıştı.
İmparatorluk topraklarını 2 milyon 214 bin kilometre kareden,
6 milyon 557 bin metre kareye çıkararak üç misli artırdığı gibi, halifelikte Abbasi soyundan Osmanlı soyuna geçmişti.
Ancak değişen Dünya şartlarını okuma başarısıyla Yavuz Sultan Selim, daha 1500’lü yılların başlarında Hint Okyanusu’na yerleşerek İslam Alemi’nin sömürgeleştirilmesi için girişimlere başlayan Portekiz’li sömürgecilere karşı, Memlüklerin direnemeyeceğini görmüş, Hristiyan Avrupa sömürgeciliğinin azgın emellerine karşı durabilmenin tek yolunun, doğudaki bütün İslam Devletlerini tek bir güçlü Devlet altında birleştirmek olduğunu anlamıştı.
Bu sayede daha henüz başlangıçta bu bölgenin ve İslam Aleminin kapıları Avrupalı sömürgecilere kapatılmış ve bir sur gibi dört asır boyunca dimdik durabilmiştir.
Yavuz Sultan Selim, sert mizacına rağmen çok sevecen ve duyguluydu. Türk ve Fas dillerine hakim, aynı zamanda iyi bir şairdi. Son derece dindar ve mütevazi idi.
Çok bilinen küpeli ve pala bıyıklı resim ona ait değildir. O, süs ve ihtişamdan hoşlanmazdı.
Mısır seferi dönüşünde, oğlu Süleyman’ı süslü elbiseler içinde görünce, “Bre Süleyman, sen böyle giyinirsen anan ne giysin!” dediği bilinmektedir.
Her öğün yemekte tek çeşit yemek yer ve tahta tabaklar kullanırdı. Gösterişten hoşlanmaz, devlet malını israf etmezdi.
Babasından devraldığı tatminkar hazineyi ağzına kadar doldurdu. Hazinenin kapısını mühürledikten sonra şöyle vasiyet etti: “Benim altınlarla doldurduğum hazineyi torunlarımdan her kim doldurabilirse, kendi mührü ile mühürlesin. Aksi halde Hazine-i Hümayun benim mührüm ile mühürlensin.
Bu vasiyet tutularak, o tarihten sonra gelen padişahların hiçbiri hazineyi dolduramadığından, hazinenin kapısı daima Yavuz’un mührü ile mühürlendi.
Yavuz Sultan Selim, sadece sekiz yıl süren hükümdarlığı süresinde, Osmanlı Devlet’ini maddi ve manevi olarak asırlarca ayakta tutacak sağlıklı bir bünyenin temellerini atmıştı.
Dolu bir hazine, güçlü bir ordu ve iç karışıklıklara son verilmiş bir devlet.
Böylece Osmanlı İmparatorluğu’nun oğlu Kanuni Sultan Süleyman döneminde altın çağını yaşamasına zemin hazırlamıştı.
Yavuz Sultan Selim, batı üzerine sefere hazırlanırken 22 Eylül 1520’de, ‘Şirpençe’ denilen bir çıban yüzünden henüz 50 yaşında vefat etti.
Erken vefat etmeseydi muhtemelem Balkanların ötesine ve İtalya’ya da ayak basacaktı.
Yeniçeri geleneklerine bağlılığından dolayı sakal bırakmazdı. Kendisini Yeniçerilerin babası olarak görürdü.
Ölmeden önce en yakın dostu olan Hasan Can’ın, “Şimdi Allah ile olmak zamanıdır Sultanım” sözü üzerine, “Bre Hasan Can, sen bunca zamandır bizi kiminle bilirdin?” diyerek cevap vermişti.
Yavuz Sultan Selim’i saygı, rahmet ve dua ile anıyoruz.