Kadınlarda 45-50 yaşlarında görülüyor. Düzensiz beslenme, içki, sigara, doğum yapamama ve genetik faktörlerin jinekolojik kanserlere zemin hazırladığını anlatan Doç. Dr. Ceyhun Numanoğlu, “Türkiye’de görülen kanserler başlıca rahim, rahim ağzı ve yumurtalık ve vulva ve vajina kanserleri. Rahim kanseri, gelişmiş ülkelerdeki en sık görülen jinekolojik kanser tipidir. Kadınlarda 45-50 yaşlarında görülüyor. Dünyada görülme sıklığı 100 binde 8.2’dir. Yüzde 85-90 oranında çoğunlukla erken evrelerde yakalanır. O nedenle nispeten iyi huyludur” diye konuştu.
“BİYOPSİ SONUCU TANI KONULUR”
Hastaların yüzde 90’ında vajinal kanamanın en önemli belirti olduğunu anlatan Doç. Dr. Ceyhun Numanoğlu, “Vajinal kanaması olan hastalara yapılan biyopsiler tanı koydurucudur. Menopoz sonrası olan kanamaların yüzde 30’u dışardan hormon kullanmaya ilişkinken polipler yaklaşık yüzde 10 ve kanser ise yaklaşık yüzde 5 hastada kanama nedeni olarak karşımıza çıkmaktadır. Bazen yapılan rutin kontrol ultrasonografilerde rastlantısal olarak bulunan rahim zarındaki kalınlaşmalardan yapılan biyopsilerde tanı konabilmektedir” ifadelerini kullandı.
“45-50 YAŞLARINDA GÖRÜLME SIKLIĞI ARTAR”
Her yıl yaklaşık 500 bin kadının hasta olduğunu ve bunların yarısının ise hayatını kaybettiğini anlatan Doç. Dr. Numanoğlu, “En sık 45-50 yaşlarında karşımıza çıkmaktadır. Düşük sosyo-ekonomik düzey, çok doğurmuş olmak, çok eşlilik, sigara ve kötü hijyen riski artıran faktörlerdir. Hastalarda kanlı kokulu akıntı, ilişki sonrasında kanamalar şeklinde klinik belirtiler olabilir. Bazen yapılan muayenede büyümüş olan kanser kitlesi gözle görülebilmektedir. Erken evre rahim ağzı kanserlerinde tedavi başarı şansı oldukça yüksektir. O nedenle erken evre ve çocuk isteği olan hastalarda rahmi koruyan ameliyat alternatifleri oluşturulmuş ve başarıyla kullanım alanına girmiştir” dedi.
“DOĞUM KONTROL HAPLARI RİSKİ AZALTABİLİR”
Hastalığa yakalanma riskini azaltacak faktörlere dikkat çeken Dr. Ceyhun Numanoğlu şöyle devam etti:
“Yumurtalık kanserlerinin tanınmasında ultrasonografi ve tümör markırları ön olana çıkmaktadır. O bölgede saptanan bir kitlenin ayırıcı tanısında ultrasonografi dışında tümör markırları (Ca125, Ca199, HE4, CEA) ve MR da yararlı olmaktadır. 40 yaşın üstünde olmak, erken adet başlangıcı, geç menopoz, hiç çocuk doğurmamış olmak, kısırlık, kısırlık tedavisi almak, genetik yatkınlık yakalanma riskini artırmaktadır. Çok çocuklu olmak, doğum kontrol hapı kullanmak, tüplerin bağlanmış olması, rahmin alınmış olması ve emzirme ile riskin azalabilir.
“Yumurtalık kanserinin tedavisi esas olarak, yapılacak ameliyatla tüm tümörlü dokuların, (rahim ve yumurtalıklar dahil olmak üzere) lenf bezeleri ve omentumun (karın içi koruyucu yağ katmanı) çıkarılması şeklinde olmaktadır. Ameliyat sonrasında genellikle yaklaşık 6 ay süreli kemoterapiyle tedavi sürdürülmeli ve izlem yaşam boyu devam ettirilmelidir. Erken evre kanserler ve borderline (ara tip) olanlarda organ koruyucu yaklaşımlar eğer çocuk isteği varsa uygulanabilmektedir. Duruma göre açık ya da kapalı yapılabilmektedir. Cerrahide rahim ve yumurtalıklar, belli durumlarda bölgesel ve paraaortik lenf bezeleri ve omentum çıkarılmakta ve patoloji sonucuna göre gerektiğinde ilave radyoterapi (ışın tedavisi) ve kemoterapi verilmektedir. Çocuk isteği olan genç hastalarda koruyucu tedaviler uygulanabilir. Bu hastalarda yüksek dozlu hormonla ilaçlar 3-6 ay kullanılıp alınan yanıta göre çocuk olmasına izin verilmekte, yeterli yanıt yoksa ya da ilerleme söz konusu olursa standart cerrahi tedavi hastalara sunulmaktadır.”