1. Dünya Savaşı’nda Arapları Türklere karşı kışkırtan İngiliz casusu Lawrence’ın maceralarını anlatan “Arabistanlı Lawrence” filmini seyredenler hatırlayacaktır: Peter O Tool’ün canlandırdığı Lawrence karakteri, Ömer Şerif’in oynadığı Şerif Ali ile çölde ilerlerken uzaktan geceyi gündüze çeviren patlamalar görürler. İngiliz topları, Türk hatlarını dövmektedir. Şerif Ali, “O ateşin altında olanın Allah yardımcısı olsun” der. Lawrence, nefret dolu bir ifadeyle, “O ateşin altında Türkler var” diye yanıtlar. Bunun üzerine Şerif Ali, “Öyleyse Allah, Türkler’in yardımcısı olsun” der.
İşte, o sahnede aktarılan Nablus Muharebeleri’nin, bugün 105. yıldönümü. İngilizlerin Suriye’nin güneyindeki Osmanlı hatlarını yarmasıyla başlayan muharebe sonucunda Osmanlı orduları darmadağın olmuş ve Suriye Araplarının isyan etmesiyle koskoca Suriye bir ayda elden çıkmıştı. 30 Ekim 1918’de Mondros’ta mütareke imzalanırken Osmanlı kuvvetleri aşağı yukarı bugünkü Türkiye sınırlarına çekilmiş bulunuyordu.
Bu olaylara ben, kendi YouTube kanalımda kısaca değinince ve bir de Suriye Araplarının isyanından bahsedince bir kesim kıyameti kopardı: Nasıl olur da Suriyeli Arapların Osmanlı’yı arkadan vurduğunu söylermişim? Tarihe ideolojik açıdan bakıyormuşum.
Oysa ki bir taraftan Lawrence’ın anılarında (Seven Pillars of Wisdom), diğer taraftansa 1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunda görev yapmış Hans Guhr’un ve Kress von Kressenstein gibi Alman komutanların anılarında da geri çekilen birliklere köylerden Araplarca nasıl taciz ateşi açıldığı ayrıntısıyla anlatılır.
SURİYE’NİN ELDEN ÇIKMASI
1918 ortalarında, Yıldırım Orduları Grubu (4., 7. ve 8. ordulardan oluşmaktadır) bünyesindeki 7. Ordu’nun kumandanı Mustafa Kemal Paşa, İngilizlerin 19 Eylül’de taarruza geçebileceği konusunda üslerini uyarır ancak sonuç alamaz. Ve 19 Eylül gecesi, İngiliz topları ateşe başlar. 8. Ordu tamamen, 4. Ordu ise büyük ölçüde imha olmuştur. İngiliz savaş uçakları, tepsi gibi dümdüz çöllerde Türk askerlerini tarar. Hicaz Demiryolu Hattı’nın köprüleri, İngiliz güdümündeki isyancı Araplarca havaya uçurulduğundan trenle düzenli geri çekilme imkânı da kalmamıştır. İmparatorluğun en büyük şehirlerinden olan Şam panik halinde terk edilir.
Mustafa Kemal Paşa, askerlerini sayıca üstün İngilizlere esir düşmekten kurtarmak için Halep’e doğru çekilir. Fakat, Halep’te evlerin damlarından ateş açılması üzerine böyle bir şehrin savunulamayacağını anlar ve bugünkü sınıra doğru çekilir. Prof. Dr. Ergun Aybars, “Türkiye Cumhuriyeti Tarihi” adlı kitabında, sadece bu 40 gün kadar süren muharebe döneminde (19 Eylül – 30 Ekim) Yıldırım Orduları’nın insan, silah, uçak, lokomotif kayıplarının, Kurtuluş Savaşı’nda zorlukla elde edilen miktara eşdeğer olduğunu belirtmektedir.
Tarihimizin az bilinen bu dönemini okumak, üç nedenle gereklidir: Birincisi, Ortadoğu’nun nasıl bir bataklık olduğunu anlamak; ikincisi, Osmanı’nın Arap Yarımadası’na daima yabancı kaldığını görmek; üçüncüsüyse Mustafa Kemal’in daha 1907’de imparatorluk yerine milli sınırlar içinde bir ulus devlete dönüşmeyi savunmakla ne kadar isabetli olduğunu anlamak için.