Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’dan önemli açıklamalar. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Mehmet Adet yönetimindeki Başkent Kulisi’ne katılarak gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Koronavirüs sürecinden , İstanbul’un fethine ve Libya konularına ışık tutan Kalın, önemli açıklamalar yaptı.
Koronavirüs sürecinde uygulanan karantina döneminin nasıl geçtiğine ilişkin değerlendirme yapan İbrahim Kalın şunları söyledi:
“2,5 ayın ilk bir ayı Ramazan’dan önceydi. Bizim için çok yoğun geçti. Ramazan ile bereketlendiğin de söyleyebiliriz. Vakti biraz daha verimli kullanma imkanımız oldu. Çünkü Cumhurbaşkanımızı artık herkes tanıyor, biliyor, nasıl bir iş disiplinine sahip olduğu herkesin malumu. Burada da kendisi boş durmadı, hee ki devlet yönetiminde bir boşluk oluşması durumu söz konusu dahi olamaz. Devletin başı nereyse, devletin ofisi makamı orasıdır. Kendisi de fiziken buradaydı. İyi ki de bu düzeni burada kurduk. Çünkü Koronavirüs’le mücadelede hem bir devlet başkanının nasıl korunması gerektiğine dair çok güzel bir örnek sergilendi. Ama en az onun kadar önemli olarak da salgınla mücadelede, Türkiye tarihe geçecek bir mücadele sergiledi. Hamdolsun bunun neticelerini de hep birlikte gördük. Bugün yavaş yavaş normalleşme sürecine girmiş bulunuyoruz.”
Koronavirüs sürecinde görüşmelerin minimuma indirilmesi le programların aksatılmaması adına toplantıların online platformlarüzerinden yapılmasına değinen Kalın “Tabi Cumhurbaşkanımızla birlikte bizim de günlük mesaimiz, ritmimiz biraz değişti. Yüz yüze, bire bir, seyahat ederek, misafir kabul ederek ya da bir masanın etrafında toplanarak toplantı yapmak yerine bunların tamamına yakınını telefon ve video konferans yoluyla yaptık.” dedi.
Uluslararası toplantıların da sanal ortam üzerinden yapılmasına değinen Kalın “Baktığınız zaman hemen ulusal hem de uluslararası düzeyde Cumhurbaşkanımızın temaslarında bir azalma, gerileme olmadı. Buradan G20’ye, İslam İş birliği Teşkilatı üyeleriyle, Türki Cumhuriyetleri ülkeleriyle toplantılara katıldı. Ki kendisinin yaptığı onlarca telefon görüşmesi, ulusa sesleniş ve bakanlar kurullarını yaptı. Buralarda bir aksama gecikme yaşanmadı.” ifadelerini kullandı.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’dan önemli açıklamalar
Sözcü Kalın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın halkı ile yeniden bir ara gelmeyi özlediğini ifade ederek “İnsan tabi özlüyor. Ara ara tabiki insanımızla buluşmayı, kavuşmayı bire bir onlarla konuşmayı özledi. Nitekim son bir hafta on gndür yavaş yavaş çıkmaya başladık. Milletin Cumhurbaşkanımızı ne kadar özelediğini de gördük. Kendisinin o doğal iletişim dili üzerinden samimi olarak insanlarla nasıl bağ kurabildiğini bir kez daha gördük. 10 gün kadar önce Çam ve Sakura Hastanesinin açılışını yapmıştık. Çok sınırlıydı katılım anlamında. Evvelsi gün Sancakete Feriha Öz Hastanesi ve ardından burada bazı programlarımız vardı. Vatanşla kurallar çerçevesinde teması oldu Cumhurbaşkanımızın. Orada bile ilişkinin ne kadar canlı olduğunu gördük. O da özlemiş insanlarımız ile bir araya gelmeyi. Belli bir mesafede olsa da insanımız ile temas kurmayı özlemiş Cumhurbaşkanımız.” ifadelerini kullandı.
Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın’ın sözleri şu şekilde:
Doktorlar, sağlık çalışanı ekipler çok iyi bir iş çıkardı. Koydukları kurallara herkes uydu, en başta Cumhurbaşkanımız uydu. Çünkü gördük bu virüsün şakası olmadığını, tedbiri elden bırakmamamız gerektiğini. Dolayısıyla hem kendimizi korumak hem de vatandaşımıza örnek teşkil etmesi açısından Cumhurbaşkanımız da bu kurallara ttizlikle riayet etti, bundan sonra da etmeye devam edeceğiz. Bugün iki hastanenin açılışı var Yeşilköy ve Hamdıköy’de; bu açılışlarda da belli kurallar gözetiliyor kalabalık olmaması, testlerin yapılması, maske takılması gibi. Demokrasi ve Özgürlükler adasına gittiğimizde de orada da bu kurallara sıkı bir şekilde riayet ettik. Bundan sonra da zaten korona sonrası dünyada öğrenmek durumunda kaldığımız temel değerler bunlar. Bunları hep birlikte yaşamaya devam edeceğiz.
Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Kalın G20 toplantısı gibi uluslararası görüşmelerin de online platformlara taşınabileceğini ifade etti:
Şu aşamada Ankara dışında yurt içi seyahat bulunmuyor. Yurt dışı seyahatleri de ertelendi. Şu anda planlanan bir yurt dışı seyahati yok. En önemli uluslararası toplantı Bireşmiş Milletler Genel Kurulu Eylül ayının 3’üncü haftası New York’ta yapılacak. Online yapılması gündemde. Fiilen yapılsa bile kaç lider gider, biz gider miyiz bunlar soru işareti. Benim tahminim bunların hemen hepsi videokonferans yoluyla yapılacak gibi görünüyor.
Bu tedbirler hangi kriterlerle alındıysa, bu normalleşme, esneme uygulamaları da aynı kriterlere göre alınıyor. Yani insanımızın sağlığının korunması, salgına karşı etkin bir mücadele verilmesi ve önlenmesi. Sağlık Bakanımızın koordinasyonunda Bilim Kurulu kuruldu, Cumhurbaşkanımız bizzat kendisi buna birkaç kez başkanlık etti. Her gün veri akışı sağlanmaya devam ediyor. Diğer Bakanlıklarımızın da katkılarıyla normalleşme süreciyle ilgili alınan karar geçtiğimiz kabine toplantısında alındı. Bunun bir ekosistem olduğunu akılda tutmakta fayda var. Kamu güvenliği durumu var burada. İçişleri Bakanlığımızın değerlendirmeleri sondalar erece önemli. İnsan hareketliliği dediğimiz zaman nereye kadar nasıl olacağına bakanlığımız karar verdi, muazzam bir performans gösterd, İçişleri Bakanımız başta olmak üzere valiliklerimiz. Pandemi kurulları uygulanmıyordu öncesinde, valiliklerimizin başkanlığında illerde ne tedbirlerin uygulanacağına ilişkin Pandemi Kurulları kuruldu. Farklı illerde nasıl tedbirler uygulanacağına buralarda karar verildi. Mesela İstanbul Salgının merkezi olmakla birlikte, örneğin Antalya, Malatya, Van’da ölüm sayısı az oldu. Dolayısıyla İstanbul’da uygulanan sıkı tedbirleri birebir burada uygulamak mantıklı değil. Orada Valiliklerimize, İl Sağlık müdürlüklerimize bu yetkileri verdik, onlar da bu tedbirlerini aldı. Normalleşmeyle ilgili çalışmalar yapılırken, gene İçişleri Bakanlığı’nın ve ilgili diğer bakanlıklarımızın ki içlerinde Tarım Bakanlığımız, Enerji, Ulaştırma Bakanlıklarımız ve diğer ilgili bakanlıklarımızın değerlendirmeleri ve Cumhurbaşkanı Yardımcımız Fuat Oktay Bey’in koordinasyonunda bir takvim hazırlandı ve bu takvim peyderpey uygulanıyor. Yarı (1 Haziran) tabi önemli bir gün yaşayacağız, çünkü salgının başladığı günden bu güne 2,5 aydan beri ilk kez en rahat, en geniş esnetme günü. En başta dediğimiz gibi panik yok tedbir var.
Şimdi de panik yok rehavet yok tedbir var diyoruz. Bu tedbirleri yarın da uygulamamız gerekiyor. 15 ilde uygulanan sokağa çıkma yasağından sonra bir anda insanlarımızın hiçbir şey olmamış gibi salgın öncesi dönemin şartlarına döneceğimizi beklememeleri gerekir. Şöyle bir gözlem yaptım, maske konusunda belli bir toplumsal disiplinimizin olması beni memnun etti. Bu durumu Cumhurbaşkanımız ile de hastane açılışı dönüşünde de paylaştım, Levent’te yapılan cami inşaatına grip çıkmamız sırasında, gözlemledik, yolda da insanlarımızın bunu sahiplendiğini gördük. Bu süreçteki en büyük avantajımız, devletin aldığı tedbirleri vatandaşımızın sahiplenmesi oldu. Yarınla ilgili vatandaşlarımıza çağrım şu ; tedbirleri uygulamaya devam edelim, rehavete kapılmadan esnek ve normalleşme dönemini tedbirlerle birlikte yürütelim.
Maske, mesafe ve temizlik. 3 Temel kuralı titiz bir şekilde uygulamaya devam edelim: Maskelerimiz var, hem devlet veriyor hem de ücretli olarak satın alabiliyorsunuz. Yani maskeye erişim konusunda bir problemimiz yok Allah’a şükür. Mesafelere, fiziki mesafelere dikkat etmemiz gerekiyor. Genelgeler yayınlandı, toplu taşıma araçlara nasıl binilecek, restoran ve kalabalık alanlar vb yerlerde nasıl bir iş düzeni kurulacak, seyahat nasıl yapılacak ile ilgili detaylı belgeler yayınladı Sağlık bakanlığımız. Bunları okuyup riayet etmek gerekiyor.
(Darbe tartışmalarının bu kadar gündeme gelmesi, darbe tehdidi olduğunu mu gösteriyor ?)
Demokrasi tarihimiz çok partili yaşama geçtiğinden bu yana çok kez yara aldı. 1960, 71 muhtırası, 80, 28 Şubat Postmodern darbesi ve aralarda bir çok demokrasi dışı gelişmeler yaşandı bu memlekette. Bunlar farazi olarak söylenen şeyler değil 60’ıncı yılında andığımız 27 Mayıs darbesi nasıl hazırlandı, o günlere nasıl gelindi, mahkemeler nasıl kuruldu bunları hatırlama imkanımız oldu. Maalesef vesayet rejimlerini özendiren fikirlerin belli kesimler tarafından korunup körüklendiğini, şartlar oluştuğu zaman bununla ilgili adımlar atıldığını biz gördük. Türkiye’de darbecilerin siyasi kimliği belirleyici değil, darbecilik belirleyici. Yapan, yapmak isteyen kişinin Kemalist, Uluslacı, FETÖ’cü, Solcu olması, askerden ya da sivilden olması, bürokrattan ya da medyadan destek bulması fark etmiyor, darbecilik kimiliğinin kendisi bir sorun. 60′ darbesi ilk, 15 temmuz da son darbeydi. Bu zihniyeti besleyen bakış açısı nereden geliyor, kimler besliyor, nasıl besleniyor bunlar dikkatle bakılmalı, üzerinde durumlası gerekiyor. Darbe tartışmaları ilk değil, özellikle muhalefetin belli kesimlerinden gelen açıklamalar, maalesef tarihte de CHP bu darbelerin yanında olduğu için kendileri o tarihlere geri dönüyor. Biz bu kadar süreç yaşayıp, bu mücadeleleri verdikten sonra, hele ki 15 Temmuz darbesini bu şekilde sokaklarda, insanımızın canını ortaya koyarak püskürttükten sonra hala birileri “bir şekilde gideceksiniz” diyorsa bu büyük bir sorumsuzluktur. Ya seçimle ya da bir başka şekilde gidecekseniz dediğinde insanların buna tepki göstermesi gayet normaldir. Bu gayet hassas bir konudur.Burada muhalefetin daha sorumlu davranması gerekiyor. Demokratik kuralların dışında hiç bir yola tevessül etmeyeceklerini herkesin açık ve net bir şekilde ortaya koyması gerekiyor. Bunu dışında her ima, her telkin, her atıf ve gönderme ister istemez insanlara darbeler tarihini hatırlatıyor. Bence biraz arka planında da bu var. Bu bir çıkış, bir söz, bir tweet ile ilgili bir konu değildir.
Bu bir demokratik hassasiyettir. Muhalefetin de bundan memnun olması, bu tarafta yer alması gerekir. Ben muhalefet darbe istiyor demiyorum ama muhalefet partilisinin bir yetkilisi bu tür imalarda bulunduğunda, bu sözün bu ifadelerin nerelere varacağını, hangi tarihi ara planlara dayanacağını herhalde kestirmesi gerekir. Bulunduğunuz konum gereği siyasi sorumluluk almanız ve bunu doğru tahlil etmeniz gerekir. Geçmişte hangi söylemlerle darbelerin hazırlandığını biz çok gördük. 15 temmuz gibi kanlı bir darbeyi püskürten bu millet var oldukça, bu devletin başında Recep Tayyip Erdoğan gibi bir lider oldukça Türkiye’de darbe ihtimali söz konusu değildir. Buna tevessül eden, bunu düşünen, buna hazırlık yapan birileri varsa tokat yiyeceğinin bilincindedir herhalde. Bunda en ufak bir tereddüt bile söz konusu değildir. Darbe karşıtı duruşu milli bir fikir, görüş haline getirmek için çalışmak gerekiyor. Bu fikir sadece AK Parti, MHP ya da cumhurbaşkanımız ittifakının deli, Türkiye’de demokrasiye inanan herkesin söyledi olmalıdır.
(29 Mayıs İstanbul’un fethi kutlamalarında Ayasofya Camii’nde fetih suresinin okunması)
Ayasofya konusu zaman zaman gündeme geliyor. Buna Cumhurbaşkanımız çok güzel bir cevap verdi ben onu hatırlatmak isterim: Bir defasında toplantıda “Siz önce Sultanahmet’i doldurun, ondan sonra Ayasofya’yı düşünürüz.” demişti. Bu yıl Fetih şanına yakışır bir şekilde kutlandı, hamdolsun. İyi ki öyle oldu, çünkü fetih sıradan bir olay değil. Meseleyi sadece Ayasofya’ya indirgemek, fetihle ilgili büyük fotoğrafı gözden kaçırmak oluyor. Bu tartışmalar bazen iyi niyetle yapılıyor olsa da dikkatler başka yöne kayıyor. Asıl önemli olanı bazen gözden kaçırıyoruz: Feth’in ruhu nedir? Ayasofya’da okunan Fetih suresinin ruhu neyse, İstanbul’un fethinin ruhu da o’dur. Bizde hiçbir zaman bir yeri almak olarak algılanmamıştır yalnızca fetih. Fetih kelime anlamı olarak açmak demektir, bir yeri, bir coğrafyayı, bir dönemi, iyiye güzele doğruya adil olana açmak demektir. İstanbul fethedildiğinde, Fatih Sultan Mehmed 21 yaşında bir komutan olarak bu işe giriştiğinde ne yaptığını, fetih gerçekleştiği zaman tarihin nasıl ilerleyeceğini bence çok iyi biliyordu. geriye doğru okuyarak bunu kavramış bir komutan değildir Fatih. Bazı askerlerinin şiddetli itirazlarına rağmen, komutanların ve paşaların itirazına rağmen. Ki onların da ben haince itiraz ettiklerini düşünmüyorum, askeri olarak zaafiyete uğrayabiliriz kaygılarıyla itiraz ettiklerini biliyoruz. Ancak Fatih’in tüm bunlara rağmen tarihin seyrini değiştireceğini ilk andan itibaren bildiğini düşünüyorum. Uyguladığı askeri yöntemler, yaptıkları, İstanbul’u bir dünya şehri haline getirmesi çok kısa bir sürede İstanbul’da muazzam bir barış refah ve çok kültürlülüğü inşa etmesi muazzam bir vizyonun eseridir.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’dan önemli açıklamalar
Düşünün İstanbul gibi bir şehri fethediyorsunuz. O dönemin içinde muazzam bir etki bu. Fatih tahta çıktığında genç ve toy biri tahta geçti diye sevinmişti. Fakat İstanbul’un fethiyle büyük ve derin br şok yaşadılar,- ki o şoku hala birileri atlatamadı o günden beri. Fatih İstanbul’u fethettikten sonra yaptığı ilk şeylerden birisi; bütün din adamlarını hristiyan, yahudi bir araya topluyor. Aynı Selahaddin Eyyubi’nin Kudüs’ü fethettikten sonra Yahudi haham başını Kudüs’e getirmesi gibi Fatih de Katolik, Ermeni, Yahudi tüm azınlıkları topluyor “Size eman verilmiştir” diyor. Burada kendi dininizi yaşayabilecek, kiliselerinize sahip çıkabilecek, ibadetlerinizi yapabileceksiniz demiştir. İslam hukukunda zimmet olarak bilinen hukuku uyguluyor Fatih, oradan tüm ücra noktalara kadar bu kültür uygulanmaya başlanıyor. Çok ilginçtir, Fatih İstanbul’u fethettiğinde onlara eman veriyor, geçen hafta Anadolu yakasında Kuzguncuk’ta bir Ermeni Kilisesinin kapısındaki haça bir saldırı oldu, onu söktü bir zanlı, aldı götürdü. Bu saldırıyı anında kınadık ve içişleri bakanlığımız ile İstanbul emniyet müdürlüğümüz anında işlem başlattı ve zanlı kısa bir süre içerisinde yakalandı. Aynı günlerde Hrant Dink Vakfına ölüm tehditleri gitti, yine içişler bakanlığımız hızlı bir müdahale gerçekleştirdi, savcılarımız devreye girdi, iki olayın failleri de tutuklandı. Aslında 1453’te Fatih’in İstanbul’u fethettiği ruhun 2020’de yansımasıdır. Bizim bu tür şeylere kesinlikle müsamahamız yoktur. Cumhurbaşkanımızın liderliğinde 18 yıldır, herhangi bir gayri müslime sorun kendilerini eşit vatandaş olarak hissetme noktasında kendilerine nasıl bir değerlendirme yaparlar? Gayrimüslüm azınlık cemaati de deniliyor, onlarla devamlı olarak görüşüyoruz. Dini günleri olduğunda, bir talepleri olduğunda bu konuda ne kadar hızlı bir iletişim kanalı olduğunu kendileri de biliyor. Dolayısıyla fethin ruhunu doğru anlamak lazım. 1453’te Fatih’in İstanbul’u fethinde bir ruh vardı. Fetih suresinin ruhunda da bu vardı, İstanbul’da 2020’de ve Türkiye’de vatandaşlarımız kendilerini emin hissediyorsa bu ruh burada da vardır.
Fatih İstanbul’u fethettiğinde dünyanın incisiydi ancak giderek kopmakta olan Doğu Bizans devletinin başkenti olarak giderek küçülen bir şehirdi. Ayasofya dahi Fatih İastanbul’a girdiğinde yıkılmak üzere olan bir yerdi. O kendi haline bırakılsaydı, Fatih dönemi ile Mimar Sinan’ın müdahaleleri olmasaydı, çok büyük oranda Ayasofya yıkılacak, unutulup gidecekti. Ayasofya’yı da ayakta tutan İstanbul’un fethidir. İstanbul’u bir dünya haline getiren de 1453’teki fetih ruhudur. Dolayısıyla İstanbul’un ruhunu yaşayan herkes, fethe bu zaviyeden bakmalıdır. Fatih Osmanlı tarihinde 4 unvanı zatında birleştiren tek Osmanlı sultanıdır. Fatih handır, hakandır, sultandır ve Kayzerdir yani Sezar’dır. Bunlar Fatih dönemine kadar süren 4 farklı yönetim biçimidir. Han, hakan Türk siyasi geleneğini temsil eder, Sultan Arap siyasi geleceğini temsil eder, Padişah Fars-İran’ı, Kayzer, Sezar da Roma geleneğini temsil eder. Bu dört unvanı alan Fatih tebaasına hepinizin adil yöneticisiyim demektedir. Muazzam bir kültürel, estetik, ilmi faaliyetlerin de İstanbul’da yapıldığını görüyoruz kaynaklarda. Bugün bir İstanbul’un ruhu, sırları, tarihi, varsa bu şehrin kadim fetih ruhuyla inşa edildiğini göstermektedir.
İstanbul’da dün fotoğraf çekimi iin izin alarak sokağa çıktık. Yalnızca sur içinin bir kısmını gezdik. 700 yıldır İstanbul’da bulunan binalar var. Bu şehrin ruhu, sırrı, kokusu fetih ruhuyla bezenerek bu günlere gemiştir. Bir şehri canlı kılan da bu ruhtur.
Libya’da Kaddafi sonrasında 11 yıldır devam eden bir istikrarsızlık var. Kuzey Afrika ve Avrupa ile bizi de ilgilendiren bir durum var ortada. Çıkarlarımızı koruyabilmemiz için bu süreçte bizim de buralarda olmamız lazım. Birileri soruyor ne işimiz var burada diye, o zaman şu soruyu da sormamız gerek: Bizim Brüksel’de, Astana’da ne işimiz var? Bu mantıkla içine kapanık, hiç bir meseleyle uğraşmadan oturun oturduğunuz yerde mi denilmeye çalışılıyor diye düşünüyor insan.
Türkiye’nin bölgesinde olup bitenlere sırtını çevirmesi düşünülemez. Milli çıkarlarımızı koruyup kollamamız gerekiyor. Libya da bu şekilde bir konuma sahip. Hafter’in Libya’ya müdahalesiyle yeni bir süreç başladı. Anayasal süreçler akamete uğradı.Türkiye’ye karşı bir oyun kurmaya çalışıldı. Abu Dabi yönetimi, ABD açıkça destek verdi bu sürece. Mısır “çocukça bir tavırla” Türkiye karşıtlığı üzerinden burada yer aldı, ittifaka katıldı. Başka bazı Avrupa ülkeleri Fransa gibi Hafter’e destek verdi. Bu konuda ben de geçtiğimiz günlerde France 24 kanalına açıkça söyledim, Fransa yanlış tarafta yer alıyor dedim. Hafter’i destekleyerek büyük bir hata yapıyorlar. Hafter’in güvenilir bir muhattap olmadığı açık seçik ortaya çıkmış durumda. Bunun karşısında BM’nin resmen tanıdığı Serraç hükümeti ve BM’nin resmi olarak tanıdığı tek hükümet Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) var. Geçen sene bir Abu Dabi anlaşması yapılmış, Serraç ve Hafter masaya oturup Libya’daki süreç için anlaşma yapmışlardı.Bu anlaşmayı ihlal eden Hafter oldu. Anlaşmadan 15 gün sonra Trablus’a saldırı düzenleyen yine Hafter tarafı oldu, yüzlerce insan hayatını kaybetti, siviller bombalandı. Uluslararası toplum Hafter’e hesap sormadı. Bütün bunlar olurken Serraç hükümeti Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan yardım istedi. Türkiye’nin attığı her adım iki ülke arasında imzalanan anlaşmaya dayanıyor. Deniz yetki alanları, petrol arama çalışmaları, Libya hükümetine askeri eğitim ve destek çalışmaları üzerine anlaşmalarımız var. Hukuki çerçevede bu faaliyetleri yapıyoruz.
İster Doğu ister Batı Akdeniz’de kurulacak bir oyunda Türkiye’siz bir oyun mümkün değildir, başarılı olamayacaktır. Türkiye bu perspektifte meşru hükümete destek veriyor, vermeye devam edecektir. Petrol anlaşmaları ve diğer konularda da Libyalı muhataplar ile Kazan kazan temeline dayanan faaliyetlerine de devam edeceğiz. Türkiye petrol arama faaliyetlerinde gayet iyi bir noktada yer alıyor. Boğazda fetih günü çok güzel bir manzara yaşadık, Fatih gemisi Karadeniz’e doğru yola çıktı. Libya ile yapacağımız anlaşmalar ile bu mümkündür. petrol doğal gaz arama çalışmalarını yürüteceğiz. Libya hükümeti bize böyle bir teklifle geldi, biz de bunu tabiki uygulayacağız. Teklif onlardan geldi. Biz gidip zorla bir şeyi empoze etmeye çalışmıyoruz. Hatta Hafter’in petrol kaçakçılığı yaptığı uluslararası alanda duyuruldu. Hafter’i destekleyen ülkelerden bazıları yaptırımları delmek için farklı şeyler uyguluyor ama işin gerçeği yüz binlerce varil Hafter’in kontrolündeki bölgelerden kaçak olarak götürülüyor, satılıyor ve kendi savaşını finanse ediyor.
Libya halkı da buna “Hafter kendi savaşını finanse etmek için çalıyor” diyor ve Serraç hükümetinin yaptığı bir hukuki başvuru var. Bunun için Hafter’in gemilerinden birine geçtiğimiz günlerde durdurma uygulandı. Bu tavırların karşılıksız kalmayacağını bilmesi lazım. Cumhurbaşkanımız ve Türkiye’ye yönelik zaman zaman Hafter’den tehditler geliyor, bunların bizim için hiç bir kıymeti yoktur. Tamamen meşru zemin içerisinde Libya için çalışmaya devam edeceğiz. Bu konuda planlarımız hazır, ilişkilerimiz gayet iyi, temaslarımız devam ediyor. Bununla ilgili netice almaya dönük adımları yakında göreceğiz.
Wagner şirketi üzerinden Hafter’e verilen desteği tasvip etmiyoruz. Tüm barış anlaşmalarını ihlal eden Hafter tarafı oldu. Hafter Moskova’daki görüşmeleri bile ihlal etti, Berlin keza. 10 ülke liderleriyle oradaydık. Onu da ihlal eden kendisi oldu. Bizim Ruslara ve Fransa gibi ülkelere Hafter’le ilişkilerini kesmelerini tavsiye ediyoruz. Trablus hükümeti dahi Hafter ile olan ilişkilerini sonlandırdı. Bizim onlara tavsiyemiz meşru hükümet ile BM parametreleri çerçevesinde Libya için birlikte çalışalım. Biz bu çerçeve ile tüm çatışmaları sonlandırabiliriz.
(Hafter için basılan sahte paralar) Batı Akdeniz tarafında güç elde etmek için baş vurulan yöntemlerdir bunlar. Suriye’deki düzen gibi burada da bir düzen kurmaya çalışıyor olabilirler. Suriye Libya hava köprüsü kurulmak isteniyor olabilir. Bunlar orta ve uzun vadede Rusya’nın menfaatine olan adımlar değil.
George Floyd olayı çok üzücü. Sistematik ırkçılığın son örneği ama üzülerek söylüyorum ki son olmayacak. Çünkü ABD ırkçılık tarihine baktığınızda 17’inci yüzyıla kadar gidiyor. Malcolm X’in söylediklerine baktığınızda bir şeyin değişmediğini maalesef görüyorsunuz. Sadece son 3 yılda 700 afro amerikalı öldürüldü polisler tarafından. Bu şu demek günde her gün 1 kişi polis tarafından öldürülüyor. Protestolar başladı, yayıldı ama işin gerçeği şu ki maalesef yine başka siyahiler de bu şekilde öldürülmüştü. Sokak gösterileri olmuştu, ama bir şey değişmedi. Sokak gösterileri sürmüştü. Askerler sokaklara inmiş ancak hiç bir şey değişmemişti. Obama 8 yıl yönetim sağladı, ancak bir değişim siyahilere yönelik şiddette azalma omadı. Bir insan derisinin renginden dolayı böyle bir ayrımcılığa maruz kalmamalı. Cumhurbaşkanımız da bir mesaj yayınladı sosyal medya hesabından. Ümitvar olmak istiyorum ama açıkcası çok da umutlu değilim ABD’deki ırkçılık konusunda.