“Hukukun üstünlüğünü ve evrensel hukuku hiçe sayıp ideolojik bulaşıkları içerisinden Milliyetçi-Ülkücü Hareketi adeta yok etmek, vicdanı ve insanlığı dar ağacına çekmek isteyen iddia makamının ve babasının bu vicdan kasaplığıyla övünen oğlunun Türkiye’nin üçüncü büyük şehrine, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu parti tarafından aday gösterilmesi cumhuriyet tarihine kara bir leke olarak düşmüştür.”
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Sekreteri İsmet Büyükataman, Zillet İttifakı, İzmir’de ‘MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davasının’ ideolojik takıntılı iddia makamının oğlunu aday gösterdiğini belirterek, “Anadolu’nun Türk yurdu olmasının üzerinden 1000 yıl geçmesine rağmen bizleri Türkistan bozkırlarına sürmeyi hedefleyen sinsi planlarda zerre miskal değişiklik gerçekleşmemiştir. Haçlıların bu planlarına piyonluk eden Pensilvanya’daki papazın ve hain yapısı FETÖ’nün 15 Temmuz’da devletin bekasına ve milletin birliğine doğrudan hücum eden kalkışmasının bastırılmasından sonra; Türk milleti tarafından meydanlarda Cumhur İttifakı tesis edilmiştir. Devletin bekası, milletin geleceği adına inisiyatifler alan Cumhur İttifakı’nın karşısında ise Türkiye’nin ilk siyasi partisi olmalarına rağmen bugün bölücü terör örgütünün mitoz bölünme merkezi haline gelen parti ile sözde siyaset yapma bahanesiyle kutlu Partimizi bölmek isteyenler ve gizliden de olsa bölücü terör örgütünün siyasi kulübü bir aradadır. Kimsenin siyasi tercihine karışacak, söz söyleyecek durumda değiliz. Ancak dün açıklanan bir adaylık mevzuu üzerine bu açıklamayı yapma ihtiyacı hasıl olmuştur.” dedi.
İsmet Büyükataman açıklamasını şöyle sürdürdü:
Liderimiz Devlet Bahçeli Beyefendi’nin deyimiyle beş benzemezin bir araya geldiği Zillet İttifakı, İzmir’de ‘MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davasının’ ideolojik takıntılı iddia makamının oğlunu aday göstermiştir. Hukuken fiilin ve suçun şahsiliği elbette tartışma götürmez bir gerçektir. Ancak adaylığı açıklanan zatın babası, hukuku katletmiş bir kişidir. Milliyetçi-Ülkücü Hareketi kendi hastalıklı ideolojik penceresinden yorumlayarak hiç aynaya bakmadan devletin yılmaz bekçileri olan Milliyetçi-Ülkücü Hareketi anayasal düzeni yıkmakla suçlayan ve bir çete olarak yorumlayan savcının oğlu, geçmişiyle gurur duyduğunu ifade ederek vicdanları titretmiş, küllenmiş öfkeleri yeniden alevlendirmiştir.
Hukukun üstünlüğünü ve evrensel hukuku hiçe sayıp ideolojik bulaşıkları içerisinden Milliyetçi-Ülkücü Hareketi adeta yok etmek, vicdanı ve insanlığı dar ağacına çekmek isteyen iddia makamının ve babasının bu vicdan kasaplığıyla övünen oğlunun Türkiye’nin üçüncü büyük şehrine, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu parti tarafından aday gösterilmesi cumhuriyet tarihine kara bir leke olarak düşmüştür. Ülkücülüğünü yaşayamadığını iddia ederek merkez olma derdine düşen, iktidara gelmek uğruna küresel odaklara göz kırpan NATO beslemelerinin de bu zata destek verecek olmaları yaşadıkları akıl tutulmasının başka bir hâli olarak karşımızdadır.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin Merhum Lideri, Başbuğumuz Alparslan Türkeş başta olmak üzere yüzlerce ülkücü dava adamının “146/1″ , “149/1″ gibi maddeler kapsamında yargılanması ve haklarında idam talebinde bulunulmasıyla 587 sanıklı “MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası”başlamıştır. 12 Eylül Darbecileri tarafından gündeme getirilen bu iddia ve talepler, merhum Genel Başkanımız Alparslan Türkeş’le birlikte bütün ülkücülere kurulan tuzağın basit bir kurgu olmadığını ortaya koymuştur. Neticede 12 Eylül 1980 ihtilalinden sonra, 29 Nisan 1981 tarihinde 945 sayfalık bir iddianame ile başlayan ve “TCK’nın 149. ve 146. maddelerinde yazılı cürümleri işlemek için silahlı cemiyet oluşturmak” suçlaması ile açılan davalarda, Alparslan Türkeş’in de içinde bulunduğu 220 kişinin idamı istenmiştir.
5 yıl 11 ay 8 gün süren yargılama, 7 Nisan 1987 tarihinde sonuçlanmıştır. Mahkeme sonucunda 11 yıl 1 ay 10 gün hapis cezasına çarptırılan Başbuğumuz Merhum Alparslan Türkeş, 7 Nisan 1985 tarihinde tahliye edilmiştir. Türk milliyetçiliğine düşman kişilerin öncülüğünde yapılan yargılama sonucunda, ülküdaşlarımızdan “Ahmet Kerse, Ali Bülent Orkan, Cengiz Baktemur, Cevdet Karakaş, Fikri Arıkan, Halil Esendağ, İsmet Şahin, Mustafa Pehlivanoğlu, Selçuk Duracık” idam edilmiş, nice dava arkadaşımız çeşitli cezalara çarptırılmış ve bazıları da yargılanmalar sona ermeden rahmet-i Rahman’a kavuşmuşlardır. Mekânları Cennet olsun.
12 Eylül 1980 tarihinde darbe yapıp yönetime el koyanlar tarafından Milliyetçi Hareket Partisiyöneticileri dâhil olmak üzere yüzlerce ülküdaşımız uydurulan senaryo ve tertiplerle, düzmece belge ve yalancı şahitlerle haksız yere suçlanarak tutuklanmıştır. Siyasi tarihimize kara bir leke olarak geçen bu davada ülküdaşlarımız, sanık sandalyesine oturtularak yargılanmıştır. Elbette ki o zulüm ve baskı dolu günleri unutmamız mümkün değildir. Zira Ülkücü Kadroların Mamak Askerî Cezaevi’nin meşhur “C-5 işkencehaneleri”nde ve çeşitli hapishanelerde, yıllarca süren sorgularla hayatları karartılmıştır.
Genç yaşta hürriyetleri çalınmış dava arkadaşlarımız, dört duvar arasına tıkılarak hayatları kendilerine ve ailelerine haram edilmiş, insanlık onuruna yakışmayan şartlarda, hayata tutunmaya çalışmışlardır. Bu karanlık dönem kurumsal hafızamızda hala canlılığını korumakta ve taptaze olarak durmaktadır. Türkiye tarihinde 20. yüzyılın belki de son büyük kıyımı ve zulmü olan ‘MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası’nın iddia ve infaz makamları, Türk milliyetçilerinin gönüllerinde ebediyen hüküm giymişlerdir. Bu sözde iddianameyi ve davayı hazırlayanları haklı görenler ilgili insan kasaplarıyla ister genetik ister düşünsel birlikteliğe sahip olsunlar; yine Türk milletinin ve Türk milliyetçilerinin gönüllerinde kıyamete kadar mahkûm olacaklardır.
İzmirli vatandaşlarımızın Milliyetçi-Ülkücü Hareket’e yapılan zulmü sahiplenenlere gereken cevabı vereceğinden hiç şüphemiz yoktur. İlgili adayı İzmirli vatandaşlarımıza ve Türk milletinin maşeri vicdanına havale ediyorum.