Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet BAHÇELİ’nin, 03 Nisan 2018 – Salı (Bugün) günü TBMM Grup Toplantısında yapmış olduğu gurup konuşması.
Değerli Milletvekilleri,
Saygıdeğer Misafirler,
Medyamızın Saygın Temsilcileri,
Haftalık olağan Meclis Parti Grup Toplantımıza başlarken mümtaz heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Bu vesileyle ekranları başına geçerek bizleri can kulağıyla dinleyen, candan izleyen aziz vatandaşlarımıza muhabbetlerimi sunuyorum.
Bir devlet adamı düşünün, vefatının üzerinden 21 yıl geçmesine rağmen devamlı surette hayır ve hürmetle anılıyor olsun.
Bir siyaset adamı düşünün, millete adanmış şerefli ve onurlu bir ömre muazzam ve meşakkat dolu mücadeleleri sığdırmış olsun.
Bir lider düşünün, Türklüğe inanmış hizmetkârlığıyla, haysiyetli hayat çizgisiyle, ülkücü duruş ve vakarıyla milyonların gönlünde taht kursun.
İşte o lider, işte o devlet ve siyaset adamı partimizin kurucu genel başkanı merhum Başbuğumuz Alparslan Türkeş Bey’dir.
Ebediyete irtihalinin üzerinden 21 uzun yıl geçmesi ona karşı beslediğimiz sevgiden, ona karşı duyduğumuz saygı ve bağlılıktan bir şey kaybettirmemiştir.
Türkeş Bey, ülkemizin gerilim yüklü, çekişme ve çatışma dolu yıllarında istikrar numunesi, irade ve ideal cazibesi olmayı başaran nadir şahsiyetlerden birisiydi.
Onda taviz vermeyen bir mizaç,
Onda tavsamayan bir muhabbet,
Onda tahrip olmayan bir millet ve memleket sevdası vardı.
Merhum Türkeş Bey, akıl ve gönül insanı olduğu kadar; inanç ve iddialarıyla yaşadığı döneme damga vurmuş fikir, eylem, sabır ve sağduyu kaynağıydı.
Bugün dünün mahsulü, yarının müjdesi olduğu gerçeğinden hareketle, merhum Türkeş Bey’in zamanlar üstü duran ve bakabilen vasfının saygıyla yad edileceğine, kutlu emanetlerinin her daim yaşatılacağına içtenlikle inanıyorum.
Onun iki emaneti olan Milliyetçi Hareket Partisi ve Ülkü Ocakları hamd olsun varlık ve birliğini muhafaza etmekte, engelleri yıka yıka geleceğe yürümektedir.
En başta yarın kabri başında manevi görevimizi huşu içinde yerine getireceğimiz Merhum Başbuğumuza,
Bir hilal uğruna toprağa düşen Türk-İslam ülküsünün gurur timsali, mertliğin kitabını yazan ülkü şehitlerimize,
Gerek yurt içinde, gerekse de yurt dışında terörle mücadele halindeyken hayatlarını kaybeden kahraman şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyor, aziz hatıralarını şükran ve minnetle anıyorum.
Değerli Arkadaşlarım,
Siyasetin insandan kopuk, insana mesafeli olması tanım ve telafisi çok zor olacak bir çelişki halidir.
İnsanın gündemiyle siyasetin gündemi farklılaşırsa, gerçeklikle gevşeklik, hakikatle hayal yer değiştirecek, çok geçmeden toplumsal zemin çatlayıp kayacaktır.
Dedikodu çıkarmak, polemik üretmek, kutuplaşmayı özendirmek, ayrımcılığı teşvik ve tahrik etmek siyaset gibi sunulsa da siyaset değildir, ahlaki ve insani hiç değildir.
Siyasetin dost ve düşman kamplara bölünmesi öngörülmesi oldukça güç tehlikelere davetiye çıkarabilecektir.
Hâlbuki çözülmeyi bekleyen pek çok sorunumuz vardır.
Üstesinden gelinmesi şart olan bekayla ilgili meseleler birike birike devasa boyutlar kazanmıştır.
Bu tablo karşısında elbette insanımızın hayatını doğrudan ilgilendiren acil ihtiyaçlarını, sosyal ve ekonomik taleplerini yok sayamayız.
Daha doğru bir ifadeyle saymamalıyız.
Mutfaktaki tencere kaynamazsa, sofradaki ekmek çoğalmazsa, sabilerin yüzü gülmezse, bıyığı terlememiş yavruların umutları yeşermezse ne yapılsa boş, ne söylense beyhudedir.
Siyasetin öznesi insandır, siyaseti amacı insanımızın huzur ve mutluluğu olmalıdır.
Kaldı ki başka türlüsünü düşünmek ve kabullenmek mümkün ve münasip görülemeyecektir.
İşsiz bir gencin, umutsuz bir neslin, gırtlağına kadar borca batmış milyonların gönlünü hamasi sözlerle almak hem doğru değildir, hem de imkân ve ihtimal dâhilinde olamayacaktır.
İş, aş, barınma ve eğitim sorunlarını bir beka meselesi görüp kökünden çözmek, köklü atılımlarla bertaraf etmek siyaset için ödev ve mecburiyettir.
“Mutlu millet, güçlü devlet, huzurlu fert” anlayış ve amacını tam bir kararlılıkla gerçekleştirmeden her söz biliniz ki havada kalacaktır.
Özellikle belirtmeliyim ki;
* Dükkânında kaygılı esnaf,
* Tarlasında hüzünlü çiftçi,
* Tezgâhında sıkıntılı işçi,
* Hanesinde dert küpü emekli,
* İşyerinde derin derin iç çeken düşünceli memur,
* Tesis, fabrika ve işletmesinde ümitsiz, sahipsiz girişimci ağırlaşan hayat ve geçim şartlarının düzeltilmesi hususunda parlak bir dokunuş, samimi bir müdahale beklemektedir.
Bu beklentiler karşısında Türkiye ekonomisinin 2017 yılının tamamında yüzde 7,4’lük bir büyüme performansı yakalaması önemlidir, takdir ve tebrike layıktır.
Bu kapsamda Orta Vadeli Program hedefinin 1,9 puan aşılması kötümserleri, kriz ayinine çıkan basiretsizleri hayal kırıklığına uğratmıştır.
İnanıyorum ki, hayal kırıklıkları da durmayıp devam edecektir.
Parti olarak Türkiye’nin büyümesinden sadece mutlu olur, memnuniyet duyarız.
Gayri Safi Yurt İçi Hasıla’nın 850 milyar dolar sınırını geçmiş olması, ülkemizin yaşadığı siyasi ve ekonomik bazlı saldırılar dikkate alındığında kayda değer bir gelişmedir.
Türkiye’ye diz çöktürmek isteyen odaklar; taşeron terör örgütlerini kullanmakla kalmamışlar; yeri gelince döviz silahını çekmişler, yeri gelince sıcak para operasyonlarına sarılmışlardır.
Maksat örtülemeyecek kadar bellidir.
Siyaseti kundaklamak, ekonomiyi karıştırmak, milli güvenliği kaosa sokmak, Türkiye’ye hasar vermek karanlık çevrelerin ana gayesidir.
Türk lirasının döviz karşısında erimesi bu gayenin bir parçasıdır.
Faizin tırmanması yönünde baskı kurmak, telkinde bulunmak bir başka ayak oyunudur.
Emperyalizm kontrolündeki tüm enstrümanları harekete geçirerek hem ülkemizde hem de bölgemizde mimarisi olduğu dehşet dengesini sürdürmenin, hatta genişletmenin çabasındadır.
Geçmişten bugüne, milletin tercih ve oyuyla göreve gelmiş hiçbir iktidar insanımızın yoksullaşmasını, işsiz ve ümitsiz kalmasını bilerek ve kasten istememiştir.
Vatan ve millet sevgisine sahip hiçbir devlet veya siyaset adamı ekonomik sorunlara, üretim, tüketim ve tasarruf problemlerine duygusuz, duyarsız, ilgisiz kalmamıştır.
Cumhuriyet’in kuruluşundan bugüne kadar Türkiye’nin yönetiminde söz ve pay sahibi olmuş siyaset adamları her zaman milletimizin kazanması, insanlarımızın refah ve huzura kavuşmaları için naçizane çalışmışlar, çırpınmışlardır.
Ancak bu tarihi şema ve süreçte belki de gözden kaçan, sehven kaçırılan gerçek; Türkiye ekonomisinin güvenlik duvarlarının bir türlü istenen, arzulanan, beklenen seviyelere ulaşamamış olmasıdır.
Duyun-u Umumiye komplosu farklı dozaj, değişik ton ve isimler altında insanımızın feryat ve fukaralığından yapılan serumla maalesef yaşamış ve yaşatılmıştır.
Türk insanı aşağı yukarı 1,5 asırdır, Londra’lı bankerlere, Parisli sermayederlere; kini yakıt, nefreti azık, sonucu kazık olan küresel ekonomik merkezlerin doymaz iştahına feda ve kurban edilmiştir.
Döngü aslında hiç değişmemiştir.
Mesela Erzurumlu kardeşimiz ter akıtırken, helal lokmasını gece gündüz ararken, emperyal soyguncular keyif ve saltanat sürmüşler, kurdukları sömürü çarkıyla tertemiz emekleri gasp etmişlerdir.
Elazığlı kardeşimiz çalışmış, önüne koyulan faiz faturasını ödemek durumunda kalmış, buna karşılık para ve servet baronları palazlandıkça palazlanmış, kazandıkça kazanmışlardır.
Dünden bugüne hesap aynıdır, kurgu aynıdır, tuzak aynıdır.
Kanla, zulümle, zorla kurulan emperyalist mekanizmalar, işbirlikçileri de maşa gibi kullanarak doğudan batıya kaynak transferine ortam açmış, insanlarımızın bitap düşmesine, biçare kalmalarına neden olmuştur.
Türk milleti on yıllardır ekonomik cendere, ekonomik muhasara altındadır.
Bu makûs talihin değişmesi artık milli ve manevi bir mükellefiyettir.
Ana akım iktisat retorik ve teorileri hem ahlakı dışlamış, hem insanı ötekileştirmiş, hem adaleti hiçe saymış, hem de yerel ve milli hassasiyetlere sırt dönmüştür.
Nevşehirli vatandaşımız, “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” tavsiye ve tembihinin ne kıyısında ne de köşesinde şahsına bir yer bulabilmiştir.
Diyarbakırlı kardeşimiz, Yozgatlı köylümüz, Trabzonlu balıkçımız, Manisalı emekçimiz inen çıkan Borsa endeksi, artan azalan kur kadar değer görmemiştir.
Dayatılan ekonomik ilişki ağları milletimizin ciğerini yıllarca dağlamıştır.
Buna dayanmamız, sabır göstermemiz akla uygun değildir.
Geldiğimiz bu aşamada derin ve tarihi bir sorgulamayla bize has, bize özgü, bizim ruh, iman ve kültür kökümüzü yansıtan ekonomik sistemin bulunması hepimiz için ihmal edemeyeceğimiz bir sorumluluktur.
Terör saldırısı varken, bekamız sarsılıyorken, şehitlerimiz omuzlarda son yolculuklarına uğurlanırken yükselen, adeta bahar havası estiren borsa işleyişini nasıl açıklayacağız?
ABD’de alınmış siyasi veya ekonomik bir karar neticesinde saman alevi gibi parlayıp sönen döviz ve faiz volkanına ne zaman itiraz edeceğiz?
Yaşasın yaşasın kazanan yaşasın mantığını milli ve manevi değerlerimizin neresine sığdıracağız?
İnsani denge yerine piyasa dengesini vaaz ve vaat eden bir çarpıklığı nasıl göreceğiz, nasıl yorumlayacağız?
Bağımlı bir ekonomik yapıyla siyasal bağımsızlığımızı nereye kadar koruyabileceğiz?
Dümeninde milli iradenin olmadığı, denetim ve dengesini milli varlığın belirlemediği cari ekonomik model ve sistemle daha fazla nasıl yol alacağız?
İstikrarlı bir şekilde Anadolu’nun yoksullaşması, Avrupa ve ABD’nin yükünü tutması feci bir akıbet, felaketi tecelli ettiren garabet değil de nedir?
Türkiye ekonomik gözdağlarıyla susturulmak, sindirilmek, dinamitlenmek isteniyor.
Ekonomi ve ticaret kanalları aracılığıyla ülkemizin sinir uçlarıyla oynanıyor.
Krize yatırım yapılıyor, ölümü gösterip sıtmaya razı gelmemiz tehditvari üslupla dayatılıyor.
Büyümesine büyüdük, hatta dünya ekonomisinin yüzde 85’ini oluşturan G-20 ülkelerinden daha hızlı, daha çok büyüdük.
OECD ülkeleri içinde de İrlanda’dan sonra ikinci sıraya yükseldik.
Ancak bununla yetinemeyiz, yetinmemeliyiz.
Makro göstergelerin iyileşmesinin yanında, vicdani ve insani seviyelerin büyümesine de ihtimam ve irade göstermeliyiz.
Potansiyelimizi harekete geçirmenin, 81 milyon Türk vatandaşıyla ekonomik özgürlük ve haklarımıza sahip çıkmanın, felaket tellallarına hak ettikleri dersi vermenin zamanı gelmiştir, nitekim zaman bugündür, zaman zalimlerin oyununu boşa çıkarma günüdür.
İnançla söylüyorum ki, zaman Türk’ündür, mekân Türk vatanıdır, gelecek Türkiye’nindir, asıl ve asil güç büyük Türk milletidir.
Milletimizi kandıranların, umutları çalanların, soygun düzeni kuranların yakasından tutmak, onlarla gecikmiş hesaplaşmayı yapmak iktidarından muhalefetine hepimizin vatan görevidir.
Tosuncukmuş, çiftlik bankmış, sütbankmış, bu ve benzeri sülüklerin, sicili kapkaranlık haydutların kanımızı emmesine, sırtımızdan geçinmesine asla, ama asla izin verilmemelidir.
Bunlar her neredeyse enselerinden tutulup layık oldukları demir parmaklıkların ardına konulmalıdır.
Bu milletin çektiği çile ve ızdıraba artık bir son verilmelidir.
Muzdarip kaldığımız sorunlar birer birer etkisizleştirilmelidir.
Çatı çökmeden, sütun çürümeden kutlu bir hamleyle oyunlar bozulmalıdır.
Birlik ve dayanışma ruhunun lütfuyla, üzerimizde hesap yapanların kalemleri kırılmalı, defterleri dürülmeli, yedikleri içtikleri alayının burnundan fitil fitil getirilmelidir.
Masumların hissiyatıyla oynayan mankurtların, mazlumların ahını alan mandafonların, küresel ve emperyalist hıyanet markalarının hakkından gelmek, plan ve hesaplarında boğmak beka ve vefa borcumuzdur.
Biz istemediğimiz sürece yenemezler; biz milli duruşu gösterdiğimiz müddetçe hiçbir mihrak karşımızda dün olduğu gibi duramaz, duramayacaktır.
Unutmayınız Allah bizimledir.
Zaferse arzuladığımız, diriliş ve yükseliş ise özlediğimiz elhak gerçekleşecektir.
Kulun hesabı varsa Allah’ın da bir hesabı vardır, Allah’ın da bir bildiği vardır, mutlaka tecelli edecek, muhakkak ilahi takdirini gösterecektir.
İnancımız tamdır, imanımız tartışmasızdır, sabrın sonu da inşallah selametin vuslatını doğuracaktır.
Muhterem Milletvekilleri,
Klasik ifadeyle söylersek, Türkiye hedef ülkedir.
Tüm emareler, tüm olaylar, tüm deliller, tüm yaşananlar buna işaret etmektedir.
Bu tablo karşısında hiçbir vicdan sahibi Türk vatandaşı, “azıcık aşım, kaygısız başım” ürkekliğini göstermeyecektir.
Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya kalkışanlara tavır ve tepkimizi izhar ve ispat etmek durumundayız.
Milli meseleler karşısında tarafsız bir alan, korunaklı bir siper yoktur.
Şerefli olmak, edepli davranmak Türk milletinin tarihi, meşru ve kutlu haklarını savunmayı gerektirir.
Bakınız ne demişti Şems-i Tebrizi:
“Edep aklın tercümanıdır. İnsan edebi kadar akıllı, aklı kadar şerefli, şerefi kadar değerlidir.”
Yine bir başka sözüyle herkese ders vermişti:
“Ey İnsan Kaf Dağı kadar yüksekte olsan da, kefene sığacak kadar küçüksün. Unutma, her şeyin bir hesabı var, üzdüğün kadar üzülürsün.”
Tilki masalı okuyanlara milli şeref ve vakarımızla cevap vermeliyiz, milletimizi üzmeye cüret edenleri ise buna pişman etmeliyiz.
Yurdumuzu yıkmaya heves edenlerin yuvalarını viranaye çevirmeliyiz.
Bunun bedeli ağır olsa da tercih ve duruşumuzdan ödün vermeyiz, veremeyiz, vermeyeceğiz.
Boşuna söylememiş ecdadımız: At ölür meydan kalır, yiğit ölür şan kalır.
Kabiliyet talimle olmaz, adamlık tarif ve taltifle oluşmaz.
Biz adam gibi olalım, mertliğin onuruna leke düşürmeyelim, gerisi fasa fisodur, sadece laf salatası, kuru gürültüdür.
Türkiye, egemenlik haklarının parantezinde, meşru ve hukuka uygun tutumuyla terörle mücadele etmektedir.
Bu mücadeleye pek tabii desteğimiz tam ve eksiksizdir.
Türkiye’nin haklı ilerleyişini durdurmak, milli ve ahlaki tepkisini söndürmek isteyenler her fırsattan istifadenin, her ihtimalden medet ummanın peşindedir.
Ancak bunda şu ana kadar muvaffak olamamışlar, ez kaza olmaları da eşyanın tabiatına aykırıdır.
Türkiye her egemen devlet gibi, toprak bütünlüğünü, siyasi ve insan birliğini yüreklice, uluslararası hukuka müzahir şekilde savunmaktadır.
Bu savunmadan, bu duruş ve azimden rahatsız olanlar önce tarihin ve insanlığın neresinde durduklarını gözden geçirmelidir.
Bunu yaparken terörle aralarına kalın bir çizgi çekemediklerini bir parça izanları kalmışsa görecekler, eğer varsa utançlarından konuşmaya bile yüzleri olmayacaktır.
Çünkü teröre destek terör faaliyetidir.
Teröriste sevgi ve sempati caniliği övmek, öne çıkarmaktır.
Milli Güvenlik Kurulu 28 Mart 2018 tarihinde toplanmış ardından da yayımladığı 5 maddelik açıklamayla Türkiye’nin milli çıkarlarını, milli bekasının dokunulmazlığını yedi düvele teker teker haykırmıştır.
Anılan açıklamanın ilk maddesinde yer bulmuş bir ifade geçtiğimiz hafta fazlasıyla tartışılmış, beklendiği üzere gündeme yerleşmiştir.
Söz konusu açıklamada, terörle mücadelenin tüm boyutlarıyla ele alındığı ifade edilerek; PKK/PYD-YPG, IŞİD, FETÖ/PDY gibi proje terör örgütlerinin eylemleri başta olmak üzere, milli güvenliğimizi hedef alan her türlü tehdide karşı hukuk çerçevesinde alınan ve Kurulca önerilen tedbirlerin gözden geçirildiği vurgulanmıştır.
Burada üstünde durulması, altı çizilmesi, analizi yapılması gereken kavram “proje terör örgütleri” ifadesidir.
Eğer ortada proje varsa, önce bu projeyi hazırlayan, sonra servisini yapan, akabinde de sahaya indiren zincirleme ve silsile yoluyla teşekkül etmiş kanlı ve vahşi piramitsel suç ortaklarının varlığı ortada ve doğal olacaktır.
Bahsi geçen terör örgütleri proje olduğu kadar cinayet taşeronları, ihanet teşrifatçıları, emperyalizmin kanlı devriyeleri, haçlı operasyonlarının kiralık tetikçileridir.
Mesela FETÖ projeyse, ki öyledir, bu projeyi imal eden, hedef çizen, eylem ve alçaklığının sınırlarını belirleyen mihraklarla hesaplaşmak da tarihi ve milli bir zorunluluktur.
FETÖ’yle mücadele aynı zamanda proje sahipleriyle mücadeledir.
FETÖ’cüler aynı şekilde Kilise zangocu, kalbi haç çıkarıp dili besmele getiren şerefsiz Türk düşmanlarıdır.
FETÖ projesini önce kurgulayıp sonra da tedavüle sokan şer ve şiddet yanlılarıyla acıklı ve gecikmiş hesap görülmeden, bu kanı bozuklara, bu sütü lekelilere, bu haramzadelere kan kusturmak, bir başka tehlikenin önünü kesmeyecektir.
Şöyle düşünelim:
31 Mart vakası olduğunda, 51 yıl sonra askeri bir darbenin darağacı kuracağını hesap eden zannederim olmamıştır.
27 Mayıs 1960 darbesi gerçekleştiğinde, hiç kimse 21 Şubat 1962 veya 22 Mayıs 1963 Talat Aydemir kalkışmalarını muhtemelen aklına getirmemiş, öngörmemiştir.
Ya da, 12 Mart 1971’de bir muhtıranın verilip görevdeki iktidarın devrileceğini en az beş sene evvel tahmin edecek sanıyorum çıkmamıştır.
Tehditle durdurulan cumhurbaşkanı adayları, cuntalara gömülmüş ordu yapısı, icazetli demokrasi, toplanıp toplanıp dağılan müdahale yanlıları, köşeye sıkışmış parti başkanları, sinmiş medya mensupları, budanmış adalet mekanizması, kaynayan sokaklar, kabaran sloganlar, kanatlanan sinirler yakın tarihimizin adeta kısa özeti gibidir.
Hepsini geçtik, 12 Eylül 1980 darbesini, mesela 12 Eylül 1960 veya 12 Eylül 1970’de düşünen, aklının ucuna getiren doğal olarak görülmemiştir.
15 Temmuz 2016’da bir felakete maruz kaldık.
Proje olduğu devletin hafızasına kaydedilmiş bir terör örgütü milletin silahını yine millete çevirdi, Meclis’i, emniyet ve istihbarat kuruluşlarının binalarını, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ni kurşun ve bombaya boğdu.
251 vatan evladı şehit oldu.
2 bin 194 vatan evladı yaralandı.
31 Mart 1909’dan 15 Temmuz 2016’ya kadar geçen 107 yılda, tarihi anakronizme düşmeden ve irkilerek diyebilirim ki, bir arpa boyu mesafe almış değiliz.
Şimdi şu soruların cevabı araya araya bulmamız lazımdır:
Önümüzdeki yıllarda, yine devletin içine sızmış dar bir kadronun, dini veya ideolojik saiklerle hareket eden küçük bir grubun ya da projelendirilmiş örgütlerin devletten ele geçirdiği tanklarla, toplarla, uçaklarla, helikopterle millete savaş açmayacağının, ölüm saçmayacağının, darbeye kalkışmayacağının garantisi var mıdır?
İstikbalin huzurlu, istiklalin esenlik ve emin olduğunu güvenceyle bugünden kim söyleyebilecektir?
16 Temmuz sabaha karşı püskürtülen FETÖ’nün, takip eden zaman diliminde irtibat ve iltisaklı olduğu on binlerce asker, bürokrat, işadamı, polis, esnaf, sivil insanların yakalanıp cezaevine tıkılmaları durumu kurtarmaya, bekamızı güvenceye almaya yetecek midir?
Gelecek on yıllarda, FETÖ değil de, bir başka şebeke ve ihanet örgütü farklı bir isimle paydahlanırsa, ve bu defa proje sahipleri tarafından iyi hazırlanıp torunlarımızın üzerine gönderilirse yattığımız yerde nasıl uyuyacağız, toprağın altında nasıl huzur bulacağız?
Biz hem tarihe, hem talihe, hem de yaşanmamış Türk asırlarına karşı sorumlu değil miyiz?
Düşünmeyelim mi? Sorgulamayalım mı? Geleceği bugünden planlamayalım mı?
Bu kapsamda demem odur ki, FETÖ demek, PKK demek, PYD, YPG, IŞİD demek arkalarındaki ülke ya da ülkeler demektir.
Projeci hainler, terörizmi programlayıp vatan ve milletimizin içine pimi çekilmiş bomba, fitili tutuşturulmuş dinamit lokumu gibi bırakmaktadırlar.
Bu nedenle FETÖ’yle mücadele başta olmak üzere, terörün her rengi ve türüyle mücadelede aziz Türk milletinin destek ve duası yegane dayanağımız, yegane gücümüzdür.
FETÖ’yle mücadeleyi sulandırmak, söndürmek, sorgulanmasını sağlamak için faal ve faaliyette olanlara istirham ederim, yarınlarımız için derim, dikkatli ve tedbirli olalım.
FETÖ ölmedi, yaşıyor.
Kripto damar çalışıyor.
Çünkü proje sahipleri karşımızda duruyor.
Bu proje olmadı, bir başkası devreye girer. O da olmadı, bir diğeri anında sökün eder.
Nitekim tarihi Şark Meselesinin kalbine hançer inmemiştir.
Türk düşmanlığının kökü kurumamıştır.
Kim ya da kimler ki, ona buna delilli, belgeli olmadan; önü-arkası tespit, teşhis ve tarif edilmeden FETÖ’cü diyorsa, dikkatinizi çekiyor ve uyarıyorum ki, onlarda bir kuyruk acısı, gizlenmeye, örtülmeye, kapatılmaya çaba gösterilen karanlık bir açık var demektir.
FETÖ borsası kuruldu sözleri ne anlama gelmektedir?
Borsa kuruldaysa hissedarlar, kurucular nerededir, kar elde edenler hangi deliktedir?
Mücadele bitti, FETÖ’cüler her yerden temizlendi iddiaları yerinde ve isabetli midir?
Bu kadar kolay mı? Bu kadar basit mi? Bu kadar temelsiz mi?
Proje sahipleri bitmeden, FETÖ nasıl bitecek?
Projeciler pes etmeden, Pensilvanya’nın temizliği yapılmadan hainler nasıl tam olarak diskalifiye edilecek?
Kimin FETÖ’cü olup olmadığına hukuk, adalet, milletin izzet-i nefsi, devletin ebedi yaşama azmi ve iradesi karar verecektir.
Bu karara herkes zoruna ve gücüne gitse de, hazım zorluğu çekse de hürmet ve riayet edecektir.
Önüne gelene çamur atanlar, sosyal medyadan müfterilik yapanlar, yazılı ve görsel medya vasıtasıyla ona buna eften püften suç isnat edenler FETÖ’nün değirmenine su taşıyan ya kripto yüzlerdir, ya da şuurunu kaybetmiş troll şebekelerinin klavyaşörleridir.
Devlet konuşmaz, devlet tereddüt geçirmez, devlet gecikmez, devlet spekülasyona meyletmez, devlet tehdit etmez, devlet gereğini yapar, hem de yüreklice yapar, devlet caydırıcılık ve yaptırımlarını konuşturur, hiç kimse de susturamaz.
Türk devlet geleneği aynen böyledir, bu şekilde de kalmalıdır.
Strateji olmadan, el yordamıyla, yalnızca şahısların iradesine dayanan, bütünlükçü bir bakışla sahiplenilmeyen mücadeleden hayır gelmez, sonuç çıkmaz.
İşte gördünüz, Kosova’dan altı FETÖ’cü paketlenip Türkiye’ye getirilmiştir.
Ancak bu rehavete sürüklememelidir.
Zira devletin yapması gereken budur.
Halen pek çok sayıda hain ABD ve Avrupa ülkelerinde cirit atmaktadır.
Taşlar bağlanmış, köpekler serbesttir.
Eşkıya el üstünde, esfele safilin emeller kıtalar gezmektedir.
Eğer, Pensilvanya’dan hain papaz bir gece yarısı, yiğit bir Türk evladı tarafından kafası çuvala geçirilip alınırsa, sonra da okyanustan ya uçarak ya gemiyle geçirilip Türk adaletinin önüne çıkarılırsa işte o zaman tüm proje sahiplerinin maskesi bir bir düşecektir.
İşte o zaman milli vicdan derin bir nefes alacaktır.
FETÖ demek, Pensilvanya demektir.
Pensilvanya demek 15 Temmuz’un kuluçkası, Türkiye’nin işgal planlarının yapıldığı şiddet yuvası demektir.
Suçlu bellidir, sorumlular bilinmektedir, FETÖ’nün ve proje sahibinin niyeti, kimliği, hüviyeti artık gözler önündedir.
Tarihi hesaplaşma anı geldiğinde, FETÖ’yü kumanda eden, PKK’yı kışkırtan, IŞİD’i kuran, PYD/YPG’yi kudurtan soysuzluk hem Allah indinde, hem tarih önünde, hem beşeriyetin huzurunda sarsıla sarsıla kesilen hesabı ödeyecek, biçilen diyete katlanacaktır.
Bu bir Türk sözü, Türk milletinin tarihe kazınmış andıdır.
Değerli Milletvekilleri,
ABD Başkanı Trump, 30 Mart günü Ohio’da yaptığı bir açıklamayla yine dikkatleri üzerine çekmiştir.
Trump, Suriye’den çok kısa süre içinde çıkacaklarını, biraz da diğer insanların uğraşmasını söylemiştir.
ABD’nin, Suriye’den çıkıp çıkmayacağı afaki ve tali bir konudur.
Ve bu bilmece üzerinde kafa yormak, papatya falları açmak yararsızdır, bir o kadar da vakit israfıdır.
Bazı çekilişler vardır, işgallerden daha beter, daha ağırdır.
Kaldı ki, ABD’nin çekilmesi ipe asılı tozlu kilimi çırpmak gibidir.
Toz gitse de, kilim yerinde, ip ise sabittir.
Atalarımızın dediği gibi, sabit olan elbette nabit olacaktır.
Bir defa ABD’nin çekilmesi demek, şu şartlarda Ortadoğu’dan tamamen sökülüp atılması demektir ki, bu durum Beyaz Saray ve Pentagon’a hakim olan derin Anglo Sakson aklın çıkarlarına uygun değildir.
ABD’nin çıktığı, çıkacağı, yakın vadede çıkma ihtimali pek mümkün görülmemektedir.
PYD/YPG’ye bu kadar prim veren, ittifak ilişkisi kuran, terörizmin çatısı altında elele tutuşup teröristleri adeta sırtına alan, Fırat’ın doğusuyla ilgili emperyalist hesaplar yapan ABD’nin Suriye’den çekilme sözleri, yalnızca Trumpvari bir değerlendirmedir.
Türkiye Menbiç’e gözünü diktikçe, karşımıza bariyerler çeken, gün aşırı fikir ve fiili değiştiren ABD’dir.
Ayrıca, Menbiç’e operasyon işaretleri arttıkça huzuru kaçan, terör yandaşlarıyla ilgili korkuya kapılan, bu nedenle birkaç gün önce bölgedeki üslerini zırhlı araç ve askeri birliklerle takviye eden yine ABD’dir.
Dahası hiç haddi olmadığı halde Rusya’dan alımı gündemde olan S-400 füzelerine itiraz eden de gene ABD’dir.
Üstelik ABD’li askerlerin, Fırat Kalkanı Harekat bölgesi ile PKK/YPG arasında cephe hattını teşkil eden Sacu Çayı boyunca günlük devriyelere başladığı anlaşılmaktadır.
Türkiye’nin Afrin temizliğinden hemen sonra harekata devam iradesi muhasım odakların keyif ve uykularını kaçırmıştır.
Menbiç, Ayn El Arap, Tel Abyad, Resulayn, Haseki, Cizire ya terörden kurtulmalı ve teröre destek veren ülkeler bu kokuşmuşluktan vazgeçmelidir, ya da buralar silindir gibi ezilmeli, kurtuluş bizzat Türkiye tarafından sağlanmalıdır.
4 Nisan günü, İstanbul’da Türkiye-Rusya-İran arasında yapılacak liderler zirvesi bundan sonraki adım ve hamleler açısından tarihi önemdedir.
Şayet sınırlarımıza 60 km’lik mesafede olan Sincar’ı Irak hükümeti hainlerden arındıramıyorsa Türkiye bunu yapacak muktedirliğe sahiptir.
Herkes aklını başına alsın, evimizin önünde çakallar gezemez.
Sınırlarımızın dibinde vampirler yaşayamaz, yarasalar uçamaz.
Ya hep ya hiç, ya istiklal ya izmihlal demek bizim şanımızda vardır.
Kandil’den başlayarak Suriye’nin Kuzeyine kadar tek bir insan artığı bırakmadan yok etmek Türk devleti için artık bir onur ve var oluş meselesidir.
Bunun yanı-yöresi, başı-ucu yoktur, kalmamıştır.
Bu arada, terörü vatan topraklarına, bilhassa büyükşehirlere taşıma niyet ve hedefinde olan cinayet örgütlerine karşı azami tedbir geliştirmek, önlem almak kaçınılmaz güvenlik ihtiyacıdır.
ABD Başkanı çekilmekten bahsederken, Fransa sanki yedek kulübesinde bekliyormuş gibi, form tutmuş, kondisyon yapmış yeni bir terör sevici ülke görünümünde, kendisini hatırlatma gereği duymuştur.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron 29 Mart 2018 günü, sarayında 7 teröristi insanlığın gözü önünde ağırlamış, fotoğraf karelerine birlikte girmiş, beraberlik nikahı kıyılmasına gönüllü olmuştur.
Fransa YPG’ye destek garantisi vermiştir.
Yani Fransa terörü alenen baş tacı yapmış, kucaklamıştır.
Bu utanç verici bir rezalet, melanet ve ihanettir.
Ve Macron bundan sonra YPG’nin Paris temsilcisi olmaya namzet olduğunu göstermiştir.
Dikişi patlamış yamaya dönen Fransa, terör örgütüyle Türkiye arasında arabuluculuğa talip olduğunu açıklamıştır.
İnsanlığa ve insanlık onuruna Fransız kalan Fransa yönetiminin terör örgütlerinin çöpçatanlığına soyunması tuhaf olduğu kadar küstah ve küçültücü bir erdemsizliktir.
Arabulucu olmak ne demektir?
Fransa kimlerin arasını bulacak, kimi kiminle buluşturacaktır?
Bu nasıl bir aymazlık, nasıl bir ahlaksızlıktır?
Fransa, Türkiye’nin müttefiki değil midir?
Türkiye’yle birlikte NATO şemsiyesi altında değil midir?
Peki bu çirkeflik, bu çirkinlik nasıl yorumlanmalı, ne şekilde anlaşılmalıdır?
Karşımızda yeni bir Sykes- Picot oyunu vardır.
Karşımızda yeni ve tarihi bir amaç durmaktadır.
Hatırlatmak isterim ki, hakimiyetimiz altında bulunan Ortadoğu’yu paylaşmak için İngiltere ile Fransa arasındaki temas trafiği 1915 yılının son aylarında başlamıştı.
1916 yılının Şubat ayında İngiliz diplomat Sykes ile Fransız diplomat Picot uzun süren görüşme serisi için masaya oturmuşlar, Ekim ayında da uzlaşmaya varmışlardı.
Mersin, Adana, Maraş, Sivas, Diyarbakır, Suriye ve Musul Fransa tarafından işgal edilecek; Kerkük’ten aşağıya Irak, Ürdün ve Körfezi İngiltere alacaktı.
Plan buydu, gizli anlaşmanın özü ve esası bu şekildeydi.
1919’da Suriye’de kurulacak Fransız mandasının, Irak ve Körfez’de kurulacak İngiltere mandasının temelleri 1916’da atılmıştı.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere Başbakanı Lloyd George; “en ağır ceza Türklere verilecek, Türkiye öldü” sözleriyle halt ediyor, kendi sonunu hazırlıyor, döktüğü kanların altında kalmak için geri sayım butonuna basıyordu.
Türklerin çöküş noktasında olduğuna inanıyorlardı.
Ne oldu, kanlı emperyalistlere son vatan elbet mezar oldu.
Çukurova’nın cesur ve taviz vermeyen kahramanları Fransızları nefesleriyle, nice isimsiz neferlerinin fedakarlığıyla buzda, donda titreyen oğlağa çevirdiler.
Kaçtıkları yere kadar kovaladılar, yakaladıklarını da ya dirgenle, ya kürekle, ya çapayla, ya da paslı bir tüfekten çıkan mermiyle yere serdiler.
Türk milleti kıyama geçti, şimşek gibi çaktı; Londra’dan Paris’e, Atina’dan Hicaz’a kadar sahne alan tüm şerefsizlikleri kanıyla, canıyla yerle yeksan etmeyi başardı.
Fransa’nın YPG mesajı, PKK sevdası, Türk düşmanlığı yeni değildir, motivasyon ve moral kaynağını tarihi hınç ve hırslardan almaktadır.
Fransa uçak gemileriyle Menbiç’e sözde uzman personel gönderiyormuş.
Bu ülke Türkiye’nin Menbiç operasyonun kabul edilemez olduğunu söylüyormuş.
Ne yapacaktık, sizden yazılı veya sözlü izin ve ruhsat mı alacaktık?
Kendinizi ne sanıyorsunuz? Kime ne anlatmaya çalışıyorsunuz?
Twitter mesajımda dedim ya, eski çamlar bardak oldu, köprülerin altında çok sular aktı.
Artık kör gözünü açtı, dev belini doğrulttu, karşısına kim geçerse geçsin ezmeye yemin etti, tarihe ve ecdada söz verdi.
ABD’den boşalması beklenen yere Fransa’nın talip olacağını değil, bu ülkenin bitmeyen, dinmeyen Türk düşmanlığını değerlendirmek kanaatimce en doğru yoldur.
Bundan sonra terörden şikayet hakkını Fransa ve batılı ülkeler kaybetmiştir.
ABD’nin Türkiye’ye söz söylemeye hiç yetkisi yoktur.
İsrail’in vandallığına ses çıkarmayanların, 30 Mart günü Gazze’de gerçekleştirilen barışçıl protestolara terör yöntemleriyle saldıranlara göz yumanların ne yatacak yerleri, ne de tutacak dalları vardır.
Zehirleme vakasından sonra Rus diplomatlarını sınır dışı eden ülkelerden Türk’e ve Türkiye’ye düşman kesilenler, ülkemizde ve bölgemizde gezdirdikleri casusların, provokatörlerin, teröristleri şımartmalarının hesabını pek yakında vereceklerdir.
Türk milleti zalimlere eğilmez, zillete tamam demez, oyunlara gelmez, esaret kabul etmez.
Aksini iddia eden varsa ya yaşamaktan bunalmış ve teneşire yatma isteği belirmiştir; ya da aklını ve şuurunu tümden kaybetmiş, delirme ve kudurma belirtileri göstermeye başlamıştır.
İki durumda da günah bizden gitmiş demektir.
Değerli Arkadaşlarım,
CHP’nin geveze ve gevşek bir grup başkan vekili, 29 Mart 2018 sabahı, ekranların sütçüsüyle katıldığı bir programda seçim güvenliği ordusu kuruyoruz diyerek aklının dibini dökmüştür.
Bizim bildiğimiz ordu tektir ve millet ordusudur.
Milli güvenliğimizin nasıl temin edildiği bellidir.
Yeni bir ordu kurma teşebbüsü paralel bir örgütlenme, FETÖ merkezli bir öğüt olsa gerektir.
HDP’yle, İP’le, PKK ve FETÖ’yle ele ele vererek seçim güvenliği ordusu kuruyorken, teröristler de bu orduya sızdırılırsa CHP’nin tipitip grup başkan vekili bunu nasıl telafi edecek, ne diyecektir?
FETÖ’nün siyasi ayağıyla ilgili dedikodu yapıp YPG’lilere, PKK’lılara sandık nöbeti yazarlarsa ortaya çıkacak sonuçların ne olacağını malum traji komik şahıs tahmin etmiş midir?
Eğer ordu mordu kuruyorum diyerek ortalığı velveleye, fitne fesada vermeye kalkışırlarsa bunların alayının alnını karışlamak, karşılarına dikilmek bizim için farz olacaktır.
Akıllı olun, aklınızı başınıza alın, ateşle oynamayın.
Destursuz bağa girenin ne olacağını iyi hesap edin.
Sayın Kılıçdaroğlu sanal, yalan ve talan ittifak görüşmeleriyle ilgili mesaisini yoğunlaştırmışken, çevresindeki dümencileri, şeytana bile pabucu ters giydirmeye çalışan hamakat ehlini, tavsiyem gözden ve gözetimden kaçırmasın.
İşte bunların oyunlarını Cumhur İttifakı hepten bozacaktır.
Doğudan batıya, kuzeyden güneye tüm Türk vatandaşları, kökeni, yöresi ve anasının dili ne olursa olsun cumhurun tüm aziz fertleri güç birliği, hedef birlikteliği yapacaklardır.
Zamanında yapılan, yapılması gereken seçimlerle Türkiye nefes alacak, önünü görecektir.
Cumhur İttifakı; Pensilvanya’da yazılıp, İmralı’da onaylanan hain senaryoyu CHP’nin de içinde bulunduğu kervanın başına külah diye geçirecek, kepazelikleriyle baş başa bırakacaktır.
Bir züğürt tesellisidir; zelzeleyi gören, yangına razı gelirmiş.
Biz ne zelzeleden, ne yangından, ne de fırtınadan korkmadık, korkmayacağız, Cumhuriyet’in irfanına, cumhurun iradesine can pahasına sahip çıktık, yine çıkacağız.
Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son verirken muhterem milletvekillerimizi, değerli misafirlerimizi, aziz vatandaşlarımızı bir kez daha saygılarımla selamlıyorum.
Hepinize sağlık, sıhhat ve afiyet içinde başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi diliyorum.
Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.